30 Temmuz 2011 Cumartesi

KELEBEK KANATLARINDAKİ MUHTEŞEM DESENLER

Kelebeğin küçücük pulcuklarla kaplı olan kanatları birer yaratılış delilidir. Kanatlar bu pulcukların üst üste dizilmesiyle meydana gelmiştir.Kelebek sırtının üzerinde simetri harikası desenler vardır. Pullar öylesine bir düzende dizilmişlerdir ki iki kanat üzerindeki desenler birbirinin aynıdır. Desenlerin boyutlarını bir cetvel ile ölçmeye kalksanız hepsinin birbirine eşit olduğunu görürsünüz.



Çoğu kelebeğin kanatlarının üstünde ve altında birbirinden farklı desenler bulunur. Kelebekler bu desenleri kamuflaj yapmak için kullanır. Vücutlarının alt kısımlarında genellikle soluk renkler vardyr. Saklanmak istediklerinde kelebekler bu renklerinden faydalanır. Daha parlak ve canlı renklerdeki desenlerini ise sadece gerektiği zamanlarda -çiftleşme dönemlerinde olduğu gibi- kanatlarını açık tutarak ortaya çıkarırlar.

Kelebeklerin renkli ve farklı desenlere sahip kanatları Allah'ın benzersiz renk sanatının birer tecellisidir. Kanatlarındaki simetri ise tesadüflerle oluşamayacak bir mükemmelliktedir. (Thomas C. Emmel, Florida's Fabulous Butterflies, s.4)

İNCE DÜŞÜNCELİ OLMAK

Cahiliye toplumundaki insanların büyük bölümü kaba, düşüncesiz, vurdumduymaz bir karaktere sahiptirler. Bunun en büyük nedeni ise, inkarcıların temel vasıflarından biri olan bencilliktir. Herkes yalnızca kendi menfaatlerini düşünür. Diğer insanların düşünce ve duyguları ise ya ikinci plandadır ya da hiç dikkate alınmaz.

Oysa gerçek bir mümin topluluğu tümüyle farklıdır. Çünkü müminlerin en önemli özelliklerinden biri, nefislerinin bencil tutkularından kurtulmalarıdır. Nefsinin sonsuz isteklerini yenebilmişolan mümin ise, diğer müminlere karşı fedakar ve ince düşünceli davranır.

Kuran'da Peygamberimizle birlikte Mekke'den göç eden muhacirler ile Medine'de onlara yardım eden müminler (Ensar) arasındaki bu fedakarlık şöyle anlatılır:

Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)

Görüldüğü gibi, Kuran ahlakı, müminlerin kendi haklarından da feragat ederek diğer mümin kardeşlerini kendilerinden üstün tutmalarını gerektirmektedir. Gerçek iman, gerçek teslimiyet ve gerçek kardeşlik budur.

Müminin diğer mümin kardeşlerini kendisinden üstün tutması, yalnızca ona daha çok maddi imkan sağlaması ile sınırlı değildir. Bu kardeşliğin ifade edildiği yerlerden biri de düşüncedir. Mümin, kardeşlerinin ihtiyaçlarını kendinden çok düşünmelidir.

Kaba ve düşüncesiz tavırlar, kişinin imanının olgunlaşmadığını gösterir. Yaptığı bir hareketin diğer müminleri nasıl etkileyeceğini hesaplamayan, yalnız kendi isteklerine göre, "aklına geldiği gibi" hareket eden bir insan, Allah'ın tarif ettiği mümin modelinden uzak demektir. Kuran'da ince düşüncenin ve düşüncesizliğin örnekleri üzerinde önemle durulur. Kuşkusuz, en önemlisi Peygambere karşı ince düşünceli ve saygılı olmaktır. Allah bir ayetinde Peygambere saygıya şöyle dikkat çekmektedir:

Ey iman edenler, Allah'ın Resulü'nün huzurunda öne geçmeyin ve Allah'tan sakının. Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir. (Hucurat Suresi, 1)

İnce düşüncenin önemi, bir başka ayette ise şöyle vurgulanır:

Ey iman edenler (rastgele) Peygamberin evlerine girmeyin, (Bir başka işiçin girmişseniz ille de) yemek vaktini beklemeyin. (Ama yemeğe) çağrıldığınız zaman girin, yemeği yiyince dağılın ve söze dalmayın. Gerçekten bu, peygambere eziyet vermekte ve o da sizden utanmaktadır; oysa Allah, hak(kı açıklamaktan)tan utanmaz. Onlardan (peygamberin eşlerinden) bir şey isteyeceğiniz zaman, perde arkasından isteyin. Bu, sizin kalpleriniz için de, onların kalpleri için de daha temizdir. Allah'ın Resulü'ne eziyet vermeniz ve ondan sonra eşlerini nikahlamanız size ebedi olarak (helal) olmaz. Çünkü böyle yapmanız, Allah katında çok büyük (bir günah)tır. (Ahzab Suresi, 53)

Kuran ahlakıyla yetişmişinsanlar, son derece kaliteli, kibar, nezih ve ince düşüncelidirler. Kendi nefislerinden önce kardeşinin nefsini düşünen, ona duyduğu sevgiye rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yediren müminlerin doğal halleridir bu. İnce düşünceli olmak aynı zamanda cennettekilerin bir vasfıdır.

İnce düşünce örneklerini şartlara ve ortama göre çoğaltmak mümkündür. Bunların bazıları bir işle meşgul olan kardeşini rahatsız etmemek, eğer dua ediyorsa ortamın sessizliğini bozmamak, o istemeden ona hizmet etmek, rahat etmesini sağlamak, bir eksiği veya ihtiyacı olup olmadığını öğrenmek sayılabilir. Ama unutmamak gerekir ki, bu sayılanlar son derece genel bir anlatımdır. Her ortam ve şarta göre bu örnekler yüzlerce, binlerce olacak şekilde artırılabilir.

29 Temmuz 2011 Cuma

Vicdan ve Ruh

"Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmişolarak dön." (Fecr Suresi, 27-28)

Kuran'da bildirildiğine göre, nefsin iki ayrı yönü olduğunu, bir kısmının "heva"dan, yani Allah'ın yolundan alıkoyan bencil tutku ve hırslardan oluştuğunu biliyoruz. Nefsin öteki kısmı ise, insanı Allah'a ve dinin içerdiği doğrulara yöneltir, nefsin içindeki "fücur"dan sakınmasını sağlar. Nefsin bu kısmı, vicdandır.

Secde Suresi'nde Allah'ın insana kendi ruhundan "üflediği" şöyle haber verilir:

"Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi..." (Secde Suresi, 7-9)

İşte insanın sahip olduğu tüm vasıflar, Allah'ın kendisine üflemişolduğu "ruhtan" kaynaklanmaktadır. İnsan, eğer nefsin istek ve tutkularına göre değil de ve vicdanını kullanarak hareket ederse Allah'ın beğendiği sıfatları üstünde taşımaya başlar. Allah sonsuz merhametlidir; dolayısıyla O'na teslim olan bir mümin de merhamet sahibidir. Allah sonsuz akıl sahibidir; O'na kulluk eden bir mümin de üstün bir akla sahip olur. İnsan Allah'a ne kadar yakınlaşır, O'na ne kadar teslim olursa, Rabbimizin ahlakıyla daha çok ahlaklanır ve "yaratılmışların en hayırlısı" (Beyyine Suresi, 7) olur.

Daha önce de belirttiğimiz gibi nefsin içinde, insanı daima kötülüğe çağıran hevaya karşın, onu daima iyiliğe çağıran bir vicdan da vardır. Dolayısıyla insan, içinde, kendisini sürekli olarak doğruya çağıran şaşmaz bir pusulaya sahiptir.


Şems Suresi'nde haber verildiği üzere, Allah insana "nefsinin fücurundan sakınmayı" ilham etmektedir. Bu ilham, vicdandır. Dolayısıyla vicdan, bir anlamda Allah'ın sesidir. İnsan sürekli olarak bu sese kulak verdiği ve Kuran'da gösterilen temel prensipleri tam olarak özümsediği takdirde, sürekli olarak doğru yolda ilerleyecektir. Zaten Kuran'ın tüm hükümleri, insanın içindeki vicdanın gereklerine göre belirlenmiştir. Rum Suresi'ndeki iki ayette, bu konuda şöyle buyrulmaktadır:

"Hayır, zulmedenler, hiçbir bilgiye dayanmaksızın kendi heva (istek ve tutku)larına uymuşlardır. Allah'ın saptırdığını kim hidayete erdirebilir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur. Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler." (Rum Suresi, 29-30)

Ayetlere göre, inkar edenler nefislerinin fücuruna, yani hevalarına uyarak sapmışlardır. Buna karşın müminlerin yapması gereken, vicdanlarını kullanarak Allah'ın insanlara vahiy yoluyla ulaştırdığı dine uymaktır.


Kuran'da bildirilen vicdanın günlük hayatta uygulanması, toplumda yerleşik olan "vicdan" kavramından oldukça farklıdır. Toplumun vicdan anlayışı, yolda rastlanan bir fakire sadaka vermek ya da hayvanlara sevgi göstermek gibi son derece yüzeysel örneklerle sınırlıdır. Oysa müminin vicdanı, Kuran'ın tüm emirlerinin ve tavsiyelerinin yerine getirilmesini gerektirir. Hatta Kuran'da genel hatlarıyla çizilen pek çok tavır, akıl yoluyla bulunur ve vicdan yoluyla uygulanır.

Örneğin Allah Kuran'da müminlere mütevazi olmalarını emretmektedir. Ancak bu tevazunun nasıl uygulanacağını, hareketlere nasıl yansıtılacağını mümin aklıyla bulur. Aklıyla bulduğu bu tavırları uygulamasını sağlayan güç ise, vicdandır.

Mümin günlük hayatta sürekli olarak birkaç seçenek arasında seçim yapmak durumunda kalır. Karşılaştığı seçenekler içinde, Allah'ın rızasına en uygun olanını, dinin menfaatlerine en yararlı olanını seçmekle yükümlüdür. Bu seçimi yaparken Kuran'ın doğrultusunda hareket etmeli ve vicdanının hakemliğine başvurmalıdır. Çoğunlukla, muhatap olduğu seçenekler karşısında vicdanı ilk olarak devreye girer ve hangi seçeneğin Allah'ın rızasına daha uygun olacağını ona söyler. Ancak ikinci aşamada hevası da devreye girecek ve onu diğer alternatiflere yöneltmeye çalışacaktır. Bunun için de genellikle insana mazeretler fısıldar. Kuran'da nefsin öne sürdüğü bu "mazeret"lere sık sık dikkat çekilmektedir.

Mümin, nefsinin fısıldadığı tüm mazeret ve bahanelere kulaklarını tıkamalı ve vicdanının kendisine gösterdiği ilk doğruyu uygulamalıdır. Kuran'da müminlerin vicdanına dair verilen örnekler, insanı bu konuda düşünmeye yöneltmelidir. Bir ayette, Peygamberimiz döneminde savaşa çıkamadıkları için gözlerinden yaşlar süzülen müminlerden şöyle söz edilir:

Allah'a ve elçisine karşı 'içten bağlı kalıp hayra çağıranlar' oldukları sürece, güçsüz-zayıflara, hastalara ve infak etmek için bir şey bulamayanlara bir sorumluluk (günah) yoktur. İyilik edenlerin aleyhinde de bir yol yoktur. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Bir de (savaşa katılabilecekleri bir bineğe) bindirmen için sana her gelişlerinde "Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum" dediğin ve infak edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur. (Tevbe Suresi, 91-92)

Peygamber Efendimizin yaşadığı dönem düşünüldüğünde savaşa çıkmanın görünüşte, son derece tehlikeli olduğu hatırlanacaktır. Ancak buna karşın müminler Allah yolunda savaşmak için büyük bir istek duymaktadırlar. Sahabeler ölüme ya da yaralanmaya gittiklerini bilerek savaşmak istemektedirler. Bu ayetlerde haber verilen davranışlar, Kuran'da kastedilen vicdanın örneklerindendir.

28 Temmuz 2011 Perşembe

KALPTEKİ NİYETİ ALLAH'IN BİLMESİ


İnkarcıların en temel özelliklerinden biri, samimiyetsiz olmalarıdır. Hem Allah'a, hem diğer insanlara, hem de kendilerine karşı samimiyetsizdirler. İnsanların

yüzüne karşı menfaat gereği çok sıcak davranırken, içlerinden onlara karşı çok kolay kin veya kıskançlık besleyebilmektedirler. Aynı iki yüzlülüğü kendilerine karşı da yaparlar; yaptıkları yanlışları kendileri de bildikleri halde bilinçaltlarına iter ve kendi kendilerini mükemmel bir insan olduklarına inandırırlar.

Bu samimiyetsizliğin temelinde, kalplerinden geçen düşüncelerin kimse tarafından bilinemeyeceği ve dolayısıyla bu düşünceler nedeniyle kimse tarafından suçlanamayacakları inancı yatar. Bu inanç kendi toplumları içinde doğrudur; kimse kimsenin gerçek düşüncelerini bilmez. Ancak hesaplamadıkları bir şey vardır; Allah, insanların zihinlerinden geçen tüm düşünceleri, hatta kendilerinin bile farkına varmadıkları bilinçaltlarını en iyi biçimde bilendir. Allah'ın gizli veya açık herşeyi bilen olduğu ayetlerde şöyle bildirilmektedir:

Göklerde ve yerde olanların tümünü bilir; sizin saklı tuttuklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilir. Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Tegabün Suresi, 4)

Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. O, yarattığını bilmez mi? O, Latif'tir; Habir'dir. (Mülk Suresi, 13-14)

Hiç kimse, Allah'ın bilgisi dışında bir diğeriyle konuşamaz, Allah'ın takibinden kaçamaz. Kuran'da bu gerçek şöyle ifade edilmiştir:

Allah'ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O'dur; beşin altıncısı da mutlaka O'dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir. (Mücadele Suresi, 7)

Dolayısıyla insanın Allah'ı aldatması hiçbir şekilde mümkün değildir. Allah, kişinin yaptığı tüm fiilleri, kalbinden geçen düşünceleri, hatta onun dahi tam olarak bilmediği bilinçaltını bilir. Bir ayette şöyle bildirilir:

"Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız." (Kaf Suresi, 16)

Bu durumda insanın yapması gereken şey, Allah'a karşı son derece samimi ve boyun eğici olmaktan başka bir şey değildir. Allah insanın ne olduğunu bilirken, Allah'a karşı kendini olduğundan üstün göstermeye çalışmanın hiçbir anlamı yoktur. İnsan, zaaflarını, eksiklerini, kusurlarını, imani zayıflıklarını Allah'a samimi bir biçimde açmalı ve O'ndan yardım istemelidir.

Peygamberler, Allah ile olan samimi bağlantının en güzel örnekleridir. Allah'a "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" şeklinde dua eden, Allah kendisine "inanmıyor musun?" diye sorunca da, "hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için" (Bakara Suresi, 260) şeklinde cevabı ile Hz. İbrahim, bu konuda Kuran'da örnek verilmektedir. Aynı şekilde, Allah kendisine "Firavun'a git" emrini verdiğinde,"Rabbim, gerçekten onlardan bir kişi öldürdüm, beni öldürmelerinden korkuyorum" (Kasas Suresi, 33) diyerek Allah'tan güç ve dirayet isteyen Hz. Musa'nın sözleri bir samimiyet örneğidir.

İnsan Allah'a muhtaç olduğunu kavramadan kendini güçlü, dirayetli, takva sahibi, cesur görmeye çalışmakla bu özelliklere kavuşmaz. Çünkü"... insan zayıf olarak yaratılmıştır" (Nisa Suresi, 28) ve bu zaafı, Allah'a muhtaç olduğunu iyice anlasın diye vardır. Bu nedenle, samimi bir biçimde Allah'a yakınlaşmalı, kendisinde gördüğü her türlü hatayı O'na açıp, Rabbimizden destek istemelidir.

Sinir Hücreleri Neden Enerji Tasarrufu Yapar?



Sinir sistemi ve görme sinirleri aslında çok daha hızlı çalışabilir ve olağanüstü bir hızda görmemizi sağlayabilirler. Fakat yaratılan bir sistemle bu sinirlerin daha hızlı çalışmaları engellenir.

Bu hıza engel olan nedir? Görme hızı hangi amaçla sınırlanmaktadır? Bizler hiç farkında değilken vücudumuzda hayatımızı sürdürebilmemiz için gerekli olan işlemler, çok büyük bir hızla ve tam da olmaları gereken şekilde gerçekleşirler. Bu hızı örneğin;

Beyin hücrelerinin hızla birbirleriyle iletişim kurmalarında;

Gözden, kulaktan, burundan, dilden ve deriden gelen sinyallerin hızla elektrik sinyaline çevrilip sinir hücreleri aracılığıyla beyne ulaşmasında görebiliriz.

Bu işlemlerdeki olası saniyelik bir gecikme bile insanlara büyük zararlar verebilecekken böyle bir gecikme hiçbir zaman yaşanmaz. Tüm işlemler -Allah’ın izni ile- en uygun süratle, kusursuzca gerçekleşir. Bizler de bu sayede hayatımızı hiçbir aksaklık yaşamadan sürdürebiliriz.

İnsanın bu üstün yaratılışı hakkında araştırmalar yapan bilim adamları, görme ve sinir sisteminin hızı arasında son derece şaşırtıcı bir detayı da ortaya çıkarmış oldular.



Sinir Hücreleri Neden Enerji Tasarrufu Yapıyor?

Görüldüğü gibi bizler farkında bile değilken bizim adımıza enerji tasarrufu yapan sinir hücrelerimiz, adeta apaçık bir şuur ve akıl sergilemektedirler. Şuursuz atomlardan meydana gelen ve bir araya gelseler bir toplu iğnenin başını dahi doldurmayacak küçüklükteki sinir hücrelerimiz, Yüce Allah’ın sonsuz aklının ve ilminin sayısız delillerinden sadece biridir.

Her bir sinir hücresi kendi üstüne düşen görevi 1 milisaniyede (saniyenin binde birinde) yerine getirir. Ancak bilim adamları, insan vücudunun enerji tasarrufu yapmak için hızı kasıtlı olarak düşürdüğünü belirtmektedirler. Buna rağmen çok hızlı görebiliriz; ancak daha hızlı görüyor olsaydık, bu bizi yorgun düşürecek kadar enerji sarfiyatına neden olurdu.

İnsan beyni ve sinir sistemi arasındaki mükemmel koordinasyon ile gerçekleşen enerji tasarrufu insana verilmiş büyük bir nimettir. Bu büyük nimet, kullarına karşı iyiliği çok olan (Berr), kusursuzca var eden (Bari) ve kudret sahiplerinin üzerinde olan (Mütekebbir) Allah’ın üstün yaratma sanatıdır.

“O, size ayetlerini gösteriyor ve sizin için gökten rızık indiriyor. İçten (Allah’a) yönelenden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (Mümin Suresi, 13)



27 Temmuz 2011 Çarşamba

Nefes Yollarını Temizleyen Doğal Koruma Yöntemi: Hapşırma 



İnsan bedeni kusursuz bir savunma sistemiyle yaratılmıştır. Bayılmak, hapşırmak, ateşimizin yükselmesi, bronzlaşmak, hıçkırmak gibi, günlük hayatta bize olağan gelen vücut reaksiyonlarımız, aslında Allah’ın bedenimizde yarattığı koruma kalkanlarından birkaçıdır.Vücudumuzda acil ihtiyaçlara göre devreye giren özel savunma yöntemleri, bunları öğrenen her insanı hayrete düşürecek niteliktedir.

Hapşırma, burun mukozasında bulunan ve insana rahatsızlık verebilecek bir maddenin dışarı atılması ihtiyacı nedeniyle meydana gelen bir reflekstir. Hapşırarak burundan şiddetli bir hava çıkarılmış olur, böylece nefes yolu temizlenmiş olur.

Burun, solunum işleminin başladığı yerdir. Buraya yerleşecek ve hava girişini engelleyebilecek veya rahatsızlık verebilecek maddeler hapşırma refleksiyle temizlenmektedir. Bu refleks tamamen kişinin isteği dışında ve ani gerçekleşir. Biz farkında bile değilken, Yüce Allah’ın ilhamıyla bedenimiz her saniye korunmakta ve kendini düşmanlara karşı bir ordu gibi savunmaktadır.

İnsan Nasıl Hapşırır?

Burun mukozasında rahatsızlık veren madde, buradaki sinirleri uyarır. Beyne iletilen mesaj sayesinde, beyindeki refleks merkezleri tarafından hapşırma emri verilir. 


Hapşırmanın İnsan Bedenindeki Etkisi 



Hapşırma sırasında yüzdeki, göğüsteki ve karındaki kasların büyük bir bölümü kasılır. Bu kasılmalar da bir uyum içerisinde gerçekleşir. Beyin ve omurilik tarafından gerçekleştirilen bu paralellik sayesinde kişinin hapşırmayı durdurması pek mümkün olmaz. Zaten insan vücudunda meydana getireceği basınç kılcal damar zedelenmesine yol açabileceği için, hapşırmanın tutulmaya çalışması doktorlar tarafından önerilmez. 

Hapşırma işleminden sorumlu olan sinirler, aynı zamanda gözün dış yüzeyinde bulunan kornea ile de bağlantılıdır. Bu sebeple, hapşırdığımız zaman gözlerimiz de yaşarır ve gözleri açık tutmak mümkün olmaz.

Bir Kuran ayetinde Rabbimiz'in yaratma sanatı şöyle bildirilmiştir: 



"Allah, yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı..." (Mümin Suresi, 64)

26 Temmuz 2011 Salı

Yaratılış Hakikatleri: Penguenler


Bir kuş türü olan penguenler, kutuplarda buz üstünde yaşayan en kalabalık topluluktur. Diğer kuşlar gibi havada uçamazlar, ama derin suların en usta yüzücüleridirler. Suyun altında bu denli çevik ve hızlı olabilmelerini benzersiz vücut özelliklerine borçludurlar. Vücutlarını kaplayan kürkleri, derilerinden üretilen özel bir yağ sayesinde su geçirmezdir. Kaygan bir dalgıç kıyafetine sahip penguenler, böylece su altında saatte 25 km’ye varan bir hızla yüzebilirler.

Havada uçan kuşlar hafif olmak zorundadırlar, bu yüzden kemiklerinin içi boş olacak şekilde yaratılmıştır. Oysa penguenler derinlere dalabilmek için ağırlığa ihtiyaç duyarlar. İşte bu nedenle farklı bir yaratılışları vardır: kemiklerinin içi doludur. Böylece rahatlıkla balıkların peşinden derin sulara dalabilirler.

Penguenler bu çok özel tasarımları sayesinde, 600 metre derine dalabilen tek kuş türüdürler. Böyle bir dalış 10-15 dakika sürebilmektedir. Sürenin böylesine uzun olmasının başka bir sebebi daha vardır. Araştırmalara göre bu dondurucu soğuk sulardaki balıkları yedikçe, penguenlerin mideleri soğumakta, böylece metabolizmaları da yavaşlamaktadır. Yavaş çalışan metabolizma sayesinde kasların oksijen ihtiyacı azalır ve penguenin suyun altında kaldığı süre de uzamış olur. Peki, -50 dereceye varan soğukta, dondurucu rüzgarlara ve tipiye rağmen bu penguenler nasıl donmadan ayakta durabilirler?

Bu sorunun cevabı, kürklerindeki tasarımda gizlidir. Kürkleri 3 kattan oluşur. İlk katman birbiri üzerine yapışmış dış tüylerdir. Hemen altında bir duvar gibi izolasyon görevi gören bir hava katmanı yer alır. Üçüncü ve son katman ise kalın bir yağ tabakasıdır. Bu özel tasarlanmış kürk sayesinde penguenler günler, haftalar hatta aylar boyunca keskin soğuğa karşın donmadan yaşayabilmektedirler.

Penguenlerin yalnızca ayakları buzla temas halindedir. Peki aylarca ayakta duran penguenlerin ayakları da mı donmaz? Hayır. Çünkü penguenlerin ayakları da özel bir tasarıma sahiptir.

Donmayan ayakların sırrı, içlerindeki benzersiz damar ağıdır. “Karşıakım ısı değişimi” adı verilen bu dolaşım sisteminde, ayaklardaki kanı geri taşıyan toplardamarlar, atardamarların hemen etrafını bir ağ gibi örmüştür.

Atardamar devamlı olarak toplardamarları ısıtır, toplardamarlar da atardamarı soğutur. Böylece damarlardaki ısı, kaybedilmeden hemen geri kazanılır. Bu özel damar ağı sayesinde penguenler vücut ısılarını asla kaybetmezler ve ayakları da üşümez.

Yüce Allah penguenleri böyle bir ortamda rahatlıkla yaşayabilecekleri sistemlere sahip olarak, üstün bir yaratılışla yaratmıştır.. .

Ey iman edenler, Allah’tan korkup sakının ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın; O’nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz. (Maide Suresi, 35)

25 Temmuz 2011 Pazartesi

ENZİMLER OLMASAYDI,BU YAZIYI OKUMANIZ 40 YIL SÜRERDİ

Enzimler, yaşamı mümkün kılan ve yaşamla ilgili kimyasal değişimlerin "gerektiğinde" hızlanmasını sağlayan protein molekülleridir.

Bir enzim bir reaksiyonu 1010 yani 10 milyar defa hızlandırabilir. Böylesine bir hızlandırma olmasaydı, 5 saniyelik bir süreç, örneğin bir cümlenin okunması, 1500 yıl sürerdi. Bu süre içinde diğer birçok istenmeyen kimyasal tepkime de olacağından yaşam sadece yavaşlamakla kalmayacak, olanaksız hale gelecekti.

Enzimlerin bir diğer önemli özelliği de seçici olmalarıdır. Enzimler vücudun istediği reaksiyonu hızlandırırken istenmeyenleri hızlandırmazlar. Peki neyin istenip neyin istenmediğini nasıl anlarlar? Bunun için vücutta meydana gelen tüm reaksiyonları ve fonksiyonları bilmeleri, neyin ne zaman ve ne kadar gerektiğinden haberdar olmaları gerekir.

Ayrıca, her enzim sadece belli moleküllerin girdiği kimyasal reaksiyonları hızlandırabilir. Enzim, kendisi için özel ayrılmış olan molekülün ancak belli bir bölgesine bağlanabilir. Bunun için enzimin şekil olarak, molekülün bu bölgesine bir anahtarın kilide uyum sağlaması gibi uyumlu olması şarttır. Yani enzim hem doğru molekülü tanımalı, hem de molekülün doğru yerini bilip oraya bağlanmalıdır.

De ki: “Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamız'dır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler.” (Tevbe Suresi, 51)

24 Temmuz 2011 Pazar

Fotosentez Mucizesi


Dünya, canlı yaşamına en uygun olacak şekilde, özel olarak tasarlanmış bir gezegendir. Atmosferindeki gazların oranından, güneşe olan uzaklığına, dağların varlığından, suyun içilebilir olmasına, bitkilerin çeşitliliğinden yeryüzünün sıcaklığına kadar kurulmuş olan pek çok hassas denge sayesinde dünya yaşanabilir bir ortamdır. Yaşamı oluşturan öğelerin devamlılığının sağlanabilmesi için de hem fiziksel şartların hem de bazı biyokimyasal dengelerin korunması gereklidir. Örneğin nasıl ki canlıların yeryüzünde yaşamaları için yer çekimi kuvveti vazgeçilmez ise, bitkilerin ürettiği organik maddeler de yaşamın devamı için bir o kadar önemlidir.

İşte bitkilerin bu organik maddeleri üretmek için gerçekleştirdikleri işlemlere fotosentez denir. Bitkilerin kendi besinlerini kendilerinin üretmesi olarak da özetlenebilecek olan fotosentez işlemi, bunların diğer canlılardan ayrıcalıklı olmasını sağlar. Bu ayrıcalığı sağlayan, bitki hücresinde insan ve hayvan hücrelerinden farklı olarak güneş enerjisini direkt olarak kullanabilen yapılar bulunmasıdır. Bu yapıların yardımıyla, bitki hücreleri güneşten gelen enerjiyi insanlar ve hayvanlar tarafından besin yoluyla alınacak enerjiye çevirirler ve yine çok özel yollarla depolarlar.

İşte bu şekilde fotosentez işlemi tamamlanmış olur. Gerçekte bütün bu işlemleri yapan, bitkinin tamamı değildir, yaprakları da değildir, hatta bitki hücresinin tamamı da değildir. Bu işlemleri bitki hücresinde yer alan ve bitkiye yeşil rengini veren "kloroplast" adı verilen organel gerçekleştirir. Kloroplastlar, milimetrenin binde biri kadar büyüklüktedir, bu yüzden yalnızca mikroskopla gözlemlenebilirler. Yine fotosentezde önemli bir rolü olan kloroplastın çeperi de, metrenin yüz milyonda biri kadar bir büyüklüktedir. Görüldüğü gibi rakamlar son derece küçüktür ve bütün işlemler bu mikroskobik ortamlarda gerçekleşir. Fotosentez olayındaki asıl hayret verici noktalardan biri de budur.

O, gökten su indirendir. Bununla her şeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne bindirilmiş taneler türetiyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen- üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz.) Meyvesine, ürün verdiğinde ve olgunluğa eriştiğinde bir bakıverin. Şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır. (Enam Suresi,99)

23 Temmuz 2011 Cumartesi

İNSANIN ACİZLİĞİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

İnsan, sabah yataktan kalkar kalmaz aciz bir varlık olduğunu fark ederek düşünmeye başlar. Her sabah mutlaka yüzünü yıkaması, dişlerini fırçalaması gerekir. Bunları gören insan diğer acizliklerini de düşünmeye başlar. Örneğin her gün banyo yapmak zorunda olması, incecik derisinin altının bakmakta zorlanılacak kadar kötü görünmesi, vücudunun enfeksiyona son derece açık olması, uykusuzluğa, açlığa ve susuzluğa dayanamaması hep acizliğinin göstergeleridir.

Allah, sizi bir za'ftan yarattı, sonra (bu za'fın ardından bir kuvvet kıldı, sonra bu kuvvetin ardından da bir za'f ve yaşlılık verdi. Dilediğini yaratır. O, bilendir, güç yetirendir.

(Rum Suresi, 54)

Sabah aynaya bakan bir insanın eğer yaşı ilerlemişse aklına daha başka düşünceler de gelir. Hayatının ortalama ilk 20 senesinden sonrasında ilk yaşlanma belirtileri başlamıştır. 30'lu yaşlara geldiğinde gözaltları, ağız kenarları kırışmaya başlamış, cildinin eski diriliği kalmamış, vücudunun büyük bir bölümünde deformasyon görülmeye başlamıştır. Yaşı daha da ilerledikçe saçları beyazlamış, hatta elleri bile yaşlanmıştır.

Bunları düşünen bir insan için yaşlılık dünya hayatının geçiciliğini gösteren, insanın dünyaya hırsla bağlanmasını engelleyen en etkili olaylardan biridir. Yaşlanmaya başlayan kişi artık dünya hayatında geriye bir sayım başladığını anlar. Aslında yaşlanan ve geriye sayımı başlayan, insanın bedenidir. Beden gün geçtikçe çürür, ancak insanın ruhunda bir yaşlanma olmaz. İnsanların çoğunluğu gençliklerinde güzel veya çirkin olmalarının şiddetli olarak etkisi altında kalırlar. Genellikle güzel olan kibirlidir, çirkin olan ise ezik ve mutsuz olur. Yaşlılık ise bedenin güzelliğinin veya çirkinliğinin ne kadar geçici olduğunu, Allah Katında tek geçerli olanın ve insanın tek kazancının Allah'a olan bağlılığı ile gösterdiği güzel ahlak olduğunu gösteren önemli bir ibrettir.

İnsan bu acizlikleri ile her karşılaştığında, her türlü eksiklikten münezzeh olan, tek kusursuz varlığın Allah olduğunu düşünür ve Allah'ın yüceliğini tesbih eder. Allah insanın sahip olduğu her acizliği bir hikmetle yaratmıştır. İnsanların dünya hayatına bağlanmamaları, dünya hayatında sahip oldukları ile azıp şımarmamaları bu hikmetlerden bazılarıdır. Bunları düşünerek kavrayabilen kişi, ahirette Allah'ın kendisini tüm bu eksikliklerden arındırılmış olarak yaratmasını ister.

Sahip olduğu acizlikler çok önemli bir düşünceyi daha aklına getirir: Kara topraktan çıkan bir gül tertemiz kokarken, insanın bakım yapmadığı takdirde vücudunda oluşan kokunun dayanılmaz olması, özellikle kibirli ve kendini beğenmiş insanların üzerinde düşünerek ibret almaları gereken bir durumdur.

22 Temmuz 2011 Cuma

BOŞ KURUNTULAR

İnsan düşüncelerini hayır getirecek yönde kontrol etmediği zaman sık sık kuruntular içine düşebilir veya olmamış olayları zihninde sanki olmuş gibi kurgulayıp bunlar için üzüntüye, sıkıntıya, endişeye veya korkuya kapılabilir.

Örneğin çocuğu üniversite sınavlarına hazırlanan bir kişi, henüz sınav gerçekleşmeden, çocuğunun sınavı kazanamadığı takdirde neler olabileceğini kurgular: "Oğlu ileride iyi bir iş bulamazsa, yeteri kadar para kazanamazsa, o zaman evlenemez. Evlense bile düğün masraflarını nasıl karşılar? İmtihanı kazanamazsa babasının verdiği kurs paraları boşa gidecek, üstelik çevreye de rezil olacaklardır. Ya en iyi arkadaşının çocuğu kazanır da kendi çocuğu kazanamazsa..."

Bu kuruntular bu şekilde uzayıp gider. Oysa çocuğu daha imtihana bile girmemiştir. Din ahlakından uzak olan her insan yaşamı boyunca bu tür boş kuruntulara kapılmaktan uzak duramaz. Elbette bunun bir sebebi vardır. Kuran'da insanların boş kuruntulardan kurtulamamalarının sebebinin şeytanın telkinlerine kulak vermek olduğu şöyle haber verilmiştir:

Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim…. (Nisa Suresi, 119)

Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi boş kuruntulara kapılan, Allah'ı unutan ve düşünmeyen bir insan aslında daima şeytanın telkinlerine açıktır. Diğer bir deyişle bir insan dünya hayatına kanarak iradesini kullanmaz, vicdanlı davranmaz ve kendini olayların akışına bırakırsa tamamen şeytanın kontrolü altına girer. Şeytanın en belirgin özelliklerinden biri de insanlara vesvese ve kuruntular vermesidir. İşte zihinlerde kurgulanan bu kuruntular, karamsarlık ve "ya şöyle olursa ben ne yaparım?" endişeleri şeytanın telkinleri ile oluşur.

Ama Allah bu durumdan kendilerini kurtarabilmeleri için insanlara yol göstermiştir. Kuran'da şeytandan bir vesvese geldiğinde insanlara Allah'a sığınmaları ve düşünmeleri bildirilmektedir:

(Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Şeytanın) Kardeşleri ise, onları sapıklığa sürüklerler, sonra peşlerini bırakmazlar. (Araf Suresi, 201-202)

Ayetlerde de haber verildiği gibi düşünen insan doğru olanı görür, düşünmeyen insan ise şeytan onu nereye sürüklerse oraya gider.

Önemli olan bu tarz düşüncelerin insana hiçbir fayda sağlamadığını, aksine gerçekleri, önemli olayları düşünmelerini engellediğini bilmek ve zihni bunlardan arındırmaktır. İnsan ancak boş düşüncelerden arınmış bir zihinle gereği gibi düşünebilir. Bu şekilde Allah'ın Kuran'da emrettiği gibi, "boş şeylerden yüz çevirmiş" olur.

De ki: "O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah'tan başkasını mı veli edineceğim?" De ki: "Bana gerçekten müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma." (denildi.)
De ki: "Şüphesiz ben, Rabbime isyan edersem o büyük günün azabından korkarım."
(Enam Suresi,14-15)