25 Ekim 2010 Pazartesi
11 Ekim 2010 Pazartesi
En zor görünen durumlarda bile insanın, ''Ben bunun altından nasıl kalkarım?'' diye telaşlanması yersizdir. İnsanın yapacağı, yalnızca 'çok samimi olmak'tır. Herşeyi yaratacak olan ise yalnızca Allah'tır...
İnsan çok kalabalık; çok fazla detaydan oluşan, birbiriyle bağlantılı çok fazla olayın ve insanın içiçe olduğu bir dünyada yaşar. İnsanın çevresinde, gece gündüz bitmeyen bir hareket, eksilmeyen bir ses bütünü ve yaşanan olaylar zinciri vardır. İşte insanı en çok aldatan şeylerden biri de, bu kalabalık dünyada karşılaştığı detayların çokluğu ve gerçekliğidir.
Dünya hayatında meydana gelen her gelişme büyük bir süratle seyretmekte; insan bu hız ve hareketlilik içerisinde, kimi zaman yaşadığı hayata gaflet dolu bir bakış açısıyla yaklaşmaktadır. Gözlerinin önünde hızla akıp giden olayların ve detayların gerçekliği karşısında, tüm bunları ‘kendi güç ve iradesiyle’ idare edebileceği yanılgısına kapılmaktadır. Yaşadığı her olayı kendi müdahalesiyle çözüme kavuşturacağını, insanlara karşı olan sorumluluklarını kendi yetenekleriyle yerine getirebileceğine inanmaktadır.
Tüm bu hareketlilik içerisinde, yaşadığı ve yaşayacağı onlarca olayın içinden nasıl çıkacağını, herşeye nasıl yetişebileceğini, kendisini ilgilendiren pek çok olayı nasıl çözüme kavuşturacağını, kendisinden beklenenleri nasıl yerine getireceğini düşünerek telaşa kapılır. Hatta bazen, gözünde büyüyen tek bir olayı nasıl halledebileceğini düşünmenin dahi ağırlığı altında kalır. Bazen yapılan bir hatayı telafi edebilmek, bazen bir tavrı kökten değiştirebilmek, insanların taleplerine tam olması gerektiği gibi karşılık verebilmek gibi manevi sorumluluklar da insana olduğundan çok daha zor görünür. Ve işte bazen insan bunların her birini gerçekleştirebilme çabası içerisinde ciddi bir tedirginlik yaşar.
Oysa ki insanın önünde, aşılması dağlar kadar yüksek engeller bile olsa, yaşadığı tedirginlik, telaş ya da endişe tümüyle yersizdir. Çünkü insan, içerisinde yaşadığı tüm bu kalabalık ve hareketli dünyaya rağmen, aslında kendi ruhundaki manevi dünyasında tek başına bir yaşam sürmektedir. Ve tek sorumluluğu da, onu yaratan Allah'a karşıdır. Önünde dizilen onlarca olayı çözüme kavuşturacak, olayları düzene sokacak ve sonuçlandıracak olan ise yalnızca Allah'tır.
İnsanın, kendisi dahil, dünyadaki hiçbir insan ya da hiçbir şey üzerinde bir müdahale gücü yoktur. Allah'ın kendisi için yarattığı bu dünyada meydana gelen gelişmeleri, şuurunda olsa da olmasa da, aslında büyük bir acz içerisinde seyretmektedir. İşte insanın, yaşadığı yersiz telaştan kurtulmak için öncelikle yapması gereken, bu önemli gerçeğin bilincinde olmaktır.
Allah bir ayetinde, “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İnsan Suresi, 30) buyurmuştur. Ve bu gerçek, insan için çok büyük bir konfordur.
İnsanın, bir başka insanın ruhuna, karakterine, inançlarına, düşüncelerine ya da kararlarına etki edebilme gücü yoktur. Ama Allah, tüm yarattıkları üzerinde sonsuz güç sahibidir. Eğer insan, bir konuda bir başkasına birşeyler anlatabilmeye, onu birşeylere inandırabilmeye ve ikna etmeye çalışıyorsa, elbetteki elindeki tüm akılcı imkanlarla bu konuda çaba harcayacaktır. Ama bu çaba, ancak onun samimiyetinin bir delili olacaktır. Yoksa karşı tarafta oluşan netice, ancak Allah'ın dilemesiyle yaratılır. İnsan bunu kendi çabasıyla asla elde edemez.
Örneğin hata yapan bir insan, ısrarla karşı tarafın kendisini affetmesini ister. Hatasını telafi etmek ve oluşan durumu düzeltebilmek için elinden geleni yapar. Ama asla, kendisini affedecek olanın karşısındaki insan olduğu gafletine kapılmamalıdır. İnsanların kalplerine etki edebilecek olan yalnızca Allah'tır. Allah bir ayette, “Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” (Saafat Suresi, 96) buyurmuştur. Bir insanın düşüncelerini değiştirebilecek, kalbinde oluşan rahatsızlığı giderebilecek, yapılan bir hatayı unutturabilecek ve durumu düzeltebilecek olan yalnızca Allah'tır.
İşte insanın bu önemli gerçeği bilmesi, onun üzerinden çok büyük bir yükü kaldırır. Ne kendisi bir şey yapabilmekte, ne de karşısındaki kişinin herhangi bir şeye gücü yetebilmektedir. Her iki taraf da acz içerisindedir. Dolayısıyla insanın böyle bir konuda da telaşa kapılması, tedirgin olması, “Oldu mu, olacak mı?”, “Ne zaman olacak?” ya da “Nasıl olacak?” gibi düşüncelerle meşgul olması tümüyle yersizdir. Yapılacak şey, Kuran ahlakına, akla, vicdana uygun olan herşeyi uygulamak ve Allah'a ‘tam teslim olmak’tır. Allah en güzelini yaratandır.
Aynı şekilde, bir yanlış anlaşılma oluştuğunda, insan doğruyu karşı tarafa anlatabilmek, onu, kendi dürüstlüğüne ikna edebilmek için elinden gelen herşeyi yapar. Ancak böyle bir durum da insanı asla telaşa kaptırmamalı, tedirgin etmemelidir. Allah'ın sonsuz adaletinin her olayda kesin olarak tecelli ettiğini bilmek insana yetmelidir. Allah Kuran ayetlerinde insanın hiçbir konuda asla haksızlığa uğramayacağını, küçücük bir iyiliğin bile mutlaka hakkıyla karşılık bulacağını şöyle bildirmiştir:
Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz. (Enbiya Suresi, 47)
"Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (herşeyden) haberdardır." (Loman Suresi, 16)
İşte bu gerçekleri bilen insan ile bilmeyen insan arasında çok büyük farklılıklar vardır. Bir kişi karşısındaki insanı ikna edebilmek için tüm gücüyle manen ona yüklenirken, diğer kişi bir yandan elinden gelen çabayı gösterirken, diğer yandan asıl olarak tüm gücüyle Allah'a yönelir. O kişide oluşacak etkiyi yaratması için tüm samimiyetiyle Allah'a dua eder.
İnsanlarla olan ilişkilerde olduğu gibi, olaylar hakkındaki gelişmeler, bunlarda ortaya çıkan sorunlar, aksaklık gibi görünen durumlar da insanı kaygılandırmamalıdır. Tüm bunlar da, kainattaki herşey gibi, en küçük detayına kadar Allah'ın kontrolündedir. İnsanın, diğer insanlar üzerinde nasıl hiçbir gücü yoksa, olaylar üzerinde de herhangi bir müdahale imkanı yoktur. Dolayısıyla ne kadar çaba harcarsa harcasın, olaylara etki eden ya da sonucu oluşturan insanın kendisini değildir. Yapması gereken yine Allah'a ve Allah'ın sonsuz kudretine teslim olmaktır.
İşte insan, hayatını bu gerçeği bilmenin derin huzuru, tevekkülü ve konforu içerisinde yaşamalıdır. Allah Kuran'da, müminlere “vekil olarak Allah yeter” şeklinde buyurmuştur. Bir başka ayette ise Allah, müminlerin sözünün, “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” şeklinde olduğunu bildirmiştir:
Allah'a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter. (Ahzab Suresi, 3)
Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. (A-li İmran Suresi, 173)
Allah, herşeyin yaratıcısıdır. O, herşey üzerinde vekildir. (Zümer Suresi, 62)
Ve Allah, Allah'a tevekkül ederek, Rabbimiz'in yardımı altına giren müminler için mutlak bir konfor, çıkış yolu ve başarı olduğunu müjdelemiştir:
Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, O’ndan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler. (A-li İmran Suresi, 160)
En zor görünen durumlarda bile insanın, ''Ben bunun altından nasıl kalkarım?'' diye telaşlanması yersizdir. İnsanın yapacağı, yalnızca 'çok samimi olmak'tır. Herşeyi yaratacak olan ise yalnızca Allah'tır...
İnsan çok kalabalık; çok fazla detaydan oluşan, birbiriyle bağlantılı çok fazla olayın ve insanın içiçe olduğu bir dünyada yaşar. İnsanın çevresinde, gece gündüz bitmeyen bir hareket, eksilmeyen bir ses bütünü ve yaşanan olaylar zinciri vardır. İşte insanı en çok aldatan şeylerden biri de, bu kalabalık dünyada karşılaştığı detayların çokluğu ve gerçekliğidir.
Dünya hayatında meydana gelen her gelişme büyük bir süratle seyretmekte; insan bu hız ve hareketlilik içerisinde, kimi zaman yaşadığı hayata gaflet dolu bir bakış açısıyla yaklaşmaktadır. Gözlerinin önünde hızla akıp giden olayların ve detayların gerçekliği karşısında, tüm bunları ‘kendi güç ve iradesiyle’ idare edebileceği yanılgısına kapılmaktadır. Yaşadığı her olayı kendi müdahalesiyle çözüme kavuşturacağını, insanlara karşı olan sorumluluklarını kendi yetenekleriyle yerine getirebileceğine inanmaktadır.
Tüm bu hareketlilik içerisinde, yaşadığı ve yaşayacağı onlarca olayın içinden nasıl çıkacağını, herşeye nasıl yetişebileceğini, kendisini ilgilendiren pek çok olayı nasıl çözüme kavuşturacağını, kendisinden beklenenleri nasıl yerine getireceğini düşünerek telaşa kapılır. Hatta bazen, gözünde büyüyen tek bir olayı nasıl halledebileceğini düşünmenin dahi ağırlığı altında kalır. Bazen yapılan bir hatayı telafi edebilmek, bazen bir tavrı kökten değiştirebilmek, insanların taleplerine tam olması gerektiği gibi karşılık verebilmek gibi manevi sorumluluklar da insana olduğundan çok daha zor görünür. Ve işte bazen insan bunların her birini gerçekleştirebilme çabası içerisinde ciddi bir tedirginlik yaşar.
Oysa ki insanın önünde, aşılması dağlar kadar yüksek engeller bile olsa, yaşadığı tedirginlik, telaş ya da endişe tümüyle yersizdir. Çünkü insan, içerisinde yaşadığı tüm bu kalabalık ve hareketli dünyaya rağmen, aslında kendi ruhundaki manevi dünyasında tek başına bir yaşam sürmektedir. Ve tek sorumluluğu da, onu yaratan Allah'a karşıdır. Önünde dizilen onlarca olayı çözüme kavuşturacak, olayları düzene sokacak ve sonuçlandıracak olan ise yalnızca Allah'tır.
İnsanın, kendisi dahil, dünyadaki hiçbir insan ya da hiçbir şey üzerinde bir müdahale gücü yoktur. Allah'ın kendisi için yarattığı bu dünyada meydana gelen gelişmeleri, şuurunda olsa da olmasa da, aslında büyük bir acz içerisinde seyretmektedir. İşte insanın, yaşadığı yersiz telaştan kurtulmak için öncelikle yapması gereken, bu önemli gerçeğin bilincinde olmaktır.
Allah bir ayetinde, “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İnsan Suresi, 30) buyurmuştur. Ve bu gerçek, insan için çok büyük bir konfordur.
İnsanın, bir başka insanın ruhuna, karakterine, inançlarına, düşüncelerine ya da kararlarına etki edebilme gücü yoktur. Ama Allah, tüm yarattıkları üzerinde sonsuz güç sahibidir. Eğer insan, bir konuda bir başkasına birşeyler anlatabilmeye, onu birşeylere inandırabilmeye ve ikna etmeye çalışıyorsa, elbetteki elindeki tüm akılcı imkanlarla bu konuda çaba harcayacaktır. Ama bu çaba, ancak onun samimiyetinin bir delili olacaktır. Yoksa karşı tarafta oluşan netice, ancak Allah'ın dilemesiyle yaratılır. İnsan bunu kendi çabasıyla asla elde edemez.
Örneğin hata yapan bir insan, ısrarla karşı tarafın kendisini affetmesini ister. Hatasını telafi etmek ve oluşan durumu düzeltebilmek için elinden geleni yapar. Ama asla, kendisini affedecek olanın karşısındaki insan olduğu gafletine kapılmamalıdır. İnsanların kalplerine etki edebilecek olan yalnızca Allah'tır. Allah bir ayette, “Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” (Saafat Suresi, 96) buyurmuştur. Bir insanın düşüncelerini değiştirebilecek, kalbinde oluşan rahatsızlığı giderebilecek, yapılan bir hatayı unutturabilecek ve durumu düzeltebilecek olan yalnızca Allah'tır.
İşte insanın bu önemli gerçeği bilmesi, onun üzerinden çok büyük bir yükü kaldırır. Ne kendisi bir şey yapabilmekte, ne de karşısındaki kişinin herhangi bir şeye gücü yetebilmektedir. Her iki taraf da acz içerisindedir. Dolayısıyla insanın böyle bir konuda da telaşa kapılması, tedirgin olması, “Oldu mu, olacak mı?”, “Ne zaman olacak?” ya da “Nasıl olacak?” gibi düşüncelerle meşgul olması tümüyle yersizdir. Yapılacak şey, Kuran ahlakına, akla, vicdana uygun olan herşeyi uygulamak ve Allah'a ‘tam teslim olmak’tır. Allah en güzelini yaratandır.
Aynı şekilde, bir yanlış anlaşılma oluştuğunda, insan doğruyu karşı tarafa anlatabilmek, onu, kendi dürüstlüğüne ikna edebilmek için elinden gelen herşeyi yapar. Ancak böyle bir durum da insanı asla telaşa kaptırmamalı, tedirgin etmemelidir. Allah'ın sonsuz adaletinin her olayda kesin olarak tecelli ettiğini bilmek insana yetmelidir. Allah Kuran ayetlerinde insanın hiçbir konuda asla haksızlığa uğramayacağını, küçücük bir iyiliğin bile mutlaka hakkıyla karşılık bulacağını şöyle bildirmiştir:
Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz. (Enbiya Suresi, 47)
"Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (herşeyden) haberdardır." (Loman Suresi, 16)
İşte bu gerçekleri bilen insan ile bilmeyen insan arasında çok büyük farklılıklar vardır. Bir kişi karşısındaki insanı ikna edebilmek için tüm gücüyle manen ona yüklenirken, diğer kişi bir yandan elinden gelen çabayı gösterirken, diğer yandan asıl olarak tüm gücüyle Allah'a yönelir. O kişide oluşacak etkiyi yaratması için tüm samimiyetiyle Allah'a dua eder.
İnsanlarla olan ilişkilerde olduğu gibi, olaylar hakkındaki gelişmeler, bunlarda ortaya çıkan sorunlar, aksaklık gibi görünen durumlar da insanı kaygılandırmamalıdır. Tüm bunlar da, kainattaki herşey gibi, en küçük detayına kadar Allah'ın kontrolündedir. İnsanın, diğer insanlar üzerinde nasıl hiçbir gücü yoksa, olaylar üzerinde de herhangi bir müdahale imkanı yoktur. Dolayısıyla ne kadar çaba harcarsa harcasın, olaylara etki eden ya da sonucu oluşturan insanın kendisini değildir. Yapması gereken yine Allah'a ve Allah'ın sonsuz kudretine teslim olmaktır.
İşte insan, hayatını bu gerçeği bilmenin derin huzuru, tevekkülü ve konforu içerisinde yaşamalıdır. Allah Kuran'da, müminlere “vekil olarak Allah yeter” şeklinde buyurmuştur. Bir başka ayette ise Allah, müminlerin sözünün, “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” şeklinde olduğunu bildirmiştir:
Allah'a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter. (Ahzab Suresi, 3)
Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. (A-li İmran Suresi, 173)
Allah, herşeyin yaratıcısıdır. O, herşey üzerinde vekildir. (Zümer Suresi, 62)
Ve Allah, Allah'a tevekkül ederek, Rabbimiz'in yardımı altına giren müminler için mutlak bir konfor, çıkış yolu ve başarı olduğunu müjdelemiştir:
Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, O’ndan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler. (A-li İmran Suresi, 160)
En zor görünen durumlarda bile insanın, ''Ben bunun altından nasıl kalkarım?'' diye telaşlanması yersizdir. İnsanın yapacağı, yalnızca 'çok samimi olmak'tır. Herşeyi yaratacak olan ise yalnızca Allah'tır...
En zor görünen durumlarda bile insanın, ''Ben bunun altından nasıl kalkarım?'' diye telaşlanması yersizdir. İnsanın yapacağı, yalnızca 'çok samimi olmak'tır. Herşeyi yaratacak olan ise yalnızca Allah'tır...
İnsan çok kalabalık; çok fazla detaydan oluşan, birbiriyle bağlantılı çok fazla olayın ve insanın içiçe olduğu bir dünyada yaşar. İnsanın çevresinde, gece gündüz bitmeyen bir hareket, eksilmeyen bir ses bütünü ve yaşanan olaylar zinciri vardır. İşte insanı en çok aldatan şeylerden biri de, bu kalabalık dünyada karşılaştığı detayların çokluğu ve gerçekliğidir.
Dünya hayatında meydana gelen her gelişme büyük bir süratle seyretmekte; insan bu hız ve hareketlilik içerisinde, kimi zaman yaşadığı hayata gaflet dolu bir bakış açısıyla yaklaşmaktadır. Gözlerinin önünde hızla akıp giden olayların ve detayların gerçekliği karşısında, tüm bunları ‘kendi güç ve iradesiyle’ idare edebileceği yanılgısına kapılmaktadır. Yaşadığı her olayı kendi müdahalesiyle çözüme kavuşturacağını, insanlara karşı olan sorumluluklarını kendi yetenekleriyle yerine getirebileceğine inanmaktadır.
Tüm bu hareketlilik içerisinde, yaşadığı ve yaşayacağı onlarca olayın içinden nasıl çıkacağını, herşeye nasıl yetişebileceğini, kendisini ilgilendiren pek çok olayı nasıl çözüme kavuşturacağını, kendisinden beklenenleri nasıl yerine getireceğini düşünerek telaşa kapılır. Hatta bazen, gözünde büyüyen tek bir olayı nasıl halledebileceğini düşünmenin dahi ağırlığı altında kalır. Bazen yapılan bir hatayı telafi edebilmek, bazen bir tavrı kökten değiştirebilmek, insanların taleplerine tam olması gerektiği gibi karşılık verebilmek gibi manevi sorumluluklar da insana olduğundan çok daha zor görünür. Ve işte bazen insan bunların her birini gerçekleştirebilme çabası içerisinde ciddi bir tedirginlik yaşar.
Oysa ki insanın önünde, aşılması dağlar kadar yüksek engeller bile olsa, yaşadığı tedirginlik, telaş ya da endişe tümüyle yersizdir. Çünkü insan, içerisinde yaşadığı tüm bu kalabalık ve hareketli dünyaya rağmen, aslında kendi ruhundaki manevi dünyasında tek başına bir yaşam sürmektedir. Ve tek sorumluluğu da, onu yaratan Allah'a karşıdır. Önünde dizilen onlarca olayı çözüme kavuşturacak, olayları düzene sokacak ve sonuçlandıracak olan ise yalnızca Allah'tır.
İnsanın, kendisi dahil, dünyadaki hiçbir insan ya da hiçbir şey üzerinde bir müdahale gücü yoktur. Allah'ın kendisi için yarattığı bu dünyada meydana gelen gelişmeleri, şuurunda olsa da olmasa da, aslında büyük bir acz içerisinde seyretmektedir. İşte insanın, yaşadığı yersiz telaştan kurtulmak için öncelikle yapması gereken, bu önemli gerçeğin bilincinde olmaktır.
Allah bir ayetinde, “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İnsan Suresi, 30) buyurmuştur. Ve bu gerçek, insan için çok büyük bir konfordur.
İnsanın, bir başka insanın ruhuna, karakterine, inançlarına, düşüncelerine ya da kararlarına etki edebilme gücü yoktur. Ama Allah, tüm yarattıkları üzerinde sonsuz güç sahibidir. Eğer insan, bir konuda bir başkasına birşeyler anlatabilmeye, onu birşeylere inandırabilmeye ve ikna etmeye çalışıyorsa, elbetteki elindeki tüm akılcı imkanlarla bu konuda çaba harcayacaktır. Ama bu çaba, ancak onun samimiyetinin bir delili olacaktır. Yoksa karşı tarafta oluşan netice, ancak Allah'ın dilemesiyle yaratılır. İnsan bunu kendi çabasıyla asla elde edemez.
Örneğin hata yapan bir insan, ısrarla karşı tarafın kendisini affetmesini ister. Hatasını telafi etmek ve oluşan durumu düzeltebilmek için elinden geleni yapar. Ama asla, kendisini affedecek olanın karşısındaki insan olduğu gafletine kapılmamalıdır. İnsanların kalplerine etki edebilecek olan yalnızca Allah'tır. Allah bir ayette, “Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” (Saafat Suresi, 96) buyurmuştur. Bir insanın düşüncelerini değiştirebilecek, kalbinde oluşan rahatsızlığı giderebilecek, yapılan bir hatayı unutturabilecek ve durumu düzeltebilecek olan yalnızca Allah'tır.
İşte insanın bu önemli gerçeği bilmesi, onun üzerinden çok büyük bir yükü kaldırır. Ne kendisi bir şey yapabilmekte, ne de karşısındaki kişinin herhangi bir şeye gücü yetebilmektedir. Her iki taraf da acz içerisindedir. Dolayısıyla insanın böyle bir konuda da telaşa kapılması, tedirgin olması, “Oldu mu, olacak mı?”, “Ne zaman olacak?” ya da “Nasıl olacak?” gibi düşüncelerle meşgul olması tümüyle yersizdir. Yapılacak şey, Kuran ahlakına, akla, vicdana uygun olan herşeyi uygulamak ve Allah'a ‘tam teslim olmak’tır. Allah en güzelini yaratandır.
Aynı şekilde, bir yanlış anlaşılma oluştuğunda, insan doğruyu karşı tarafa anlatabilmek, onu, kendi dürüstlüğüne ikna edebilmek için elinden gelen herşeyi yapar. Ancak böyle bir durum da insanı asla telaşa kaptırmamalı, tedirgin etmemelidir. Allah'ın sonsuz adaletinin her olayda kesin olarak tecelli ettiğini bilmek insana yetmelidir. Allah Kuran ayetlerinde insanın hiçbir konuda asla haksızlığa uğramayacağını, küçücük bir iyiliğin bile mutlaka hakkıyla karşılık bulacağını şöyle bildirmiştir:
Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz. (Enbiya Suresi, 47)
"Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (herşeyden) haberdardır." (Loman Suresi, 16)
İşte bu gerçekleri bilen insan ile bilmeyen insan arasında çok büyük farklılıklar vardır. Bir kişi karşısındaki insanı ikna edebilmek için tüm gücüyle manen ona yüklenirken, diğer kişi bir yandan elinden gelen çabayı gösterirken, diğer yandan asıl olarak tüm gücüyle Allah'a yönelir. O kişide oluşacak etkiyi yaratması için tüm samimiyetiyle Allah'a dua eder.
İnsanlarla olan ilişkilerde olduğu gibi, olaylar hakkındaki gelişmeler, bunlarda ortaya çıkan sorunlar, aksaklık gibi görünen durumlar da insanı kaygılandırmamalıdır. Tüm bunlar da, kainattaki herşey gibi, en küçük detayına kadar Allah'ın kontrolündedir. İnsanın, diğer insanlar üzerinde nasıl hiçbir gücü yoksa, olaylar üzerinde de herhangi bir müdahale imkanı yoktur. Dolayısıyla ne kadar çaba harcarsa harcasın, olaylara etki eden ya da sonucu oluşturan insanın kendisini değildir. Yapması gereken yine Allah'a ve Allah'ın sonsuz kudretine teslim olmaktır.
İşte insan, hayatını bu gerçeği bilmenin derin huzuru, tevekkülü ve konforu içerisinde yaşamalıdır. Allah Kuran'da, müminlere “vekil olarak Allah yeter” şeklinde buyurmuştur. Bir başka ayette ise Allah, müminlerin sözünün, “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” şeklinde olduğunu bildirmiştir:
Allah'a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter. (Ahzab Suresi, 3)
Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. (A-li İmran Suresi, 173)
Allah, herşeyin yaratıcısıdır. O, herşey üzerinde vekildir. (Zümer Suresi, 62)
Ve Allah, Allah'a tevekkül ederek, Rabbimiz'in yardımı altına giren müminler için mutlak bir konfor, çıkış yolu ve başarı olduğunu müjdelemiştir:
Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, O’ndan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler. (A-li İmran Suresi, 160)
Örneğin hata yapan bir insan, ısrarla karşı tarafın kendisini affetmesini ister. Hatasını telafi etmek ve oluşan durumu düzeltebilmek için elinden geleni yapar. Ama asla, kendisini affedecek olanın karşısındaki insan olduğu gafletine kapılmamalıdır. İnsanların kalplerine etki edebilecek olan yalnızca Allah'tır. Allah bir ayette, “Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” (Saafat Suresi, 96) buyurmuştur. Bir insanın düşüncelerini değiştirebilecek, kalbinde oluşan rahatsızlığı giderebilecek, yapılan bir hatayı unutturabilecek ve durumu düzeltebilecek olan yalnızca Allah'tır.
Örneğin hata yapan bir insan, ısrarla karşı tarafın kendisini affetmesini ister. Hatasını telafi etmek ve oluşan durumu düzeltebilmek için elinden geleni yapar. Ama asla, kendisini affedecek olanın karşısındaki insan olduğu gafletine kapılmamalıdır. İnsanların kalplerine etki edebilecek olan yalnızca Allah'tır. Allah bir ayette, “Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” (Saafat Suresi, 96) buyurmuştur. Bir insanın düşüncelerini değiştirebilecek, kalbinde oluşan rahatsızlığı giderebilecek, yapılan bir hatayı unutturabilecek ve durumu düzeltebilecek olan yalnızca Allah'tır.
Örneğin hata yapan bir insan, ısrarla karşı tarafın kendisini affetmesini ister. Hatasını telafi etmek ve oluşan durumu düzeltebilmek için elinden geleni yapar. Ama asla, kendisini affedecek olanın karşısındaki insan olduğu gafletine kapılmamalıdır. İnsanların kalplerine etki edebilecek olan yalnızca Allah'tır. Allah bir ayette, “Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” (Saafat Suresi, 96) buyurmuştur. Bir insanın düşüncelerini değiştirebilecek, kalbinde oluşan rahatsızlığı giderebilecek, yapılan bir hatayı unutturabilecek ve durumu düzeltebilecek olan yalnızca Allah'tır.
İşte insanın bu önemli gerçeği bilmesi, onun üzerinden çok büyük bir yükü kaldırır. Ne kendisi bir şey yapabilmekte, ne de karşısındaki kişinin herhangi bir şeye gücü yetebilmektedir. Her iki taraf da acz içerisindedir. Dolayısıyla insanın böyle bir konuda da telaşa kapılması, tedirgin olması, “Oldu mu, olacak mı?”, “Ne zaman olacak?” ya da “Nasıl olacak?” gibi düşüncelerle meşgul olması tümüyle yersizdir. Yapılacak şey, Kuran ahlakına, akla, vicdana uygun olan herşeyi uygulamak ve Allah'a ‘tam teslim olmak’tır. Allah en güzelini yaratandır.
İşte insanın bu önemli gerçeği bilmesi, onun üzerinden çok büyük bir yükü kaldırır. Ne kendisi bir şey yapabilmekte, ne de karşısındaki kişinin herhangi bir şeye gücü yetebilmektedir. Her iki taraf da acz içerisindedir. Dolayısıyla insanın böyle bir konuda da telaşa kapılması, tedirgin olması, “Oldu mu, olacak mı?”, “Ne zaman olacak?” ya da “Nasıl olacak?” gibi düşüncelerle meşgul olması tümüyle yersizdir. Yapılacak şey, Kuran ahlakına, akla, vicdana uygun olan herşeyi uygulamak ve Allah'a ‘tam teslim olmak’tır. Allah en güzelini yaratandır.
İşte insanın bu önemli gerçeği bilmesi, onun üzerinden çok büyük bir yükü kaldırır. Ne kendisi bir şey yapabilmekte, ne de karşısındaki kişinin herhangi bir şeye gücü yetebilmektedir. Her iki taraf da acz içerisindedir. Dolayısıyla insanın böyle bir konuda da telaşa kapılması, tedirgin olması, “Oldu mu, olacak mı?”, “Ne zaman olacak?” ya da “Nasıl olacak?” gibi düşüncelerle meşgul olması tümüyle yersizdir. Yapılacak şey, Kuran ahlakına, akla, vicdana uygun olan herşeyi uygulamak ve Allah'a ‘tam teslim olmak’tır. Allah en güzelini yaratandır.
Aynı şekilde, bir yanlış anlaşılma oluştuğunda, insan doğruyu karşı tarafa anlatabilmek, onu, kendi dürüstlüğüne ikna edebilmek için elinden gelen herşeyi yapar. Ancak böyle bir durum da insanı asla telaşa kaptırmamalı, tedirgin etmemelidir. Allah'ın sonsuz adaletinin her olayda kesin olarak tecelli ettiğini bilmek insana yetmelidir. Allah Kuran ayetlerinde insanın hiçbir konuda asla haksızlığa uğramayacağını, küçücük bir iyiliğin bile mutlaka hakkıyla karşılık bulacağını şöyle bildirmiştir:
Aynı şekilde, bir yanlış anlaşılma oluştuğunda, insan doğruyu karşı tarafa anlatabilmek, onu, kendi dürüstlüğüne ikna edebilmek için elinden gelen herşeyi yapar. Ancak böyle bir durum da insanı asla telaşa kaptırmamalı, tedirgin etmemelidir. Allah'ın sonsuz adaletinin her olayda kesin olarak tecelli ettiğini bilmek insana yetmelidir. Allah Kuran ayetlerinde insanın hiçbir konuda asla haksızlığa uğramayacağını, küçücük bir iyiliğin bile mutlaka hakkıyla karşılık bulacağını şöyle bildirmiştir:
Aynı şekilde, bir yanlış anlaşılma oluştuğunda, insan doğruyu karşı tarafa anlatabilmek, onu, kendi dürüstlüğüne ikna edebilmek için elinden gelen herşeyi yapar. Ancak böyle bir durum da insanı asla telaşa kaptırmamalı, tedirgin etmemelidir. Allah'ın sonsuz adaletinin her olayda kesin olarak tecelli ettiğini bilmek insana yetmelidir. Allah Kuran ayetlerinde insanın hiçbir konuda asla haksızlığa uğramayacağını, küçücük bir iyiliğin bile mutlaka hakkıyla karşılık bulacağını şöyle bildirmiştir:
Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz. (Enbiya Suresi, 47)
"Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (herşeyden) haberdardır." (Loman Suresi, 16)
İşte bu gerçekleri bilen insan ile bilmeyen insan arasında çok büyük farklılıklar vardır. Bir kişi karşısındaki insanı ikna edebilmek için tüm gücüyle manen ona yüklenirken, diğer kişi bir yandan elinden gelen çabayı gösterirken, diğer yandan asıl olarak tüm gücüyle Allah'a yönelir. O kişide oluşacak etkiyi yaratması için tüm samimiyetiyle Allah'a dua eder.
İşte bu gerçekleri bilen insan ile bilmeyen insan arasında çok büyük farklılıklar vardır. Bir kişi karşısındaki insanı ikna edebilmek için tüm gücüyle manen ona yüklenirken, diğer kişi bir yandan elinden gelen çabayı gösterirken, diğer yandan asıl olarak tüm gücüyle Allah'a yönelir. O kişide oluşacak etkiyi yaratması için tüm samimiyetiyle Allah'a dua eder.
İşte bu gerçekleri bilen insan ile bilmeyen insan arasında çok büyük farklılıklar vardır. Bir kişi karşısındaki insanı ikna edebilmek için tüm gücüyle manen ona yüklenirken, diğer kişi bir yandan elinden gelen çabayı gösterirken, diğer yandan asıl olarak tüm gücüyle Allah'a yönelir. O kişide oluşacak etkiyi yaratması için tüm samimiyetiyle Allah'a dua eder.
İnsanlarla olan ilişkilerde olduğu gibi, olaylar hakkındaki gelişmeler, bunlarda ortaya çıkan sorunlar, aksaklık gibi görünen durumlar da insanı kaygılandırmamalıdır. Tüm bunlar da, kainattaki herşey gibi, en küçük detayına kadar Allah'ın kontrolündedir. İnsanın, diğer insanlar üzerinde nasıl hiçbir gücü yoksa, olaylar üzerinde de herhangi bir müdahale imkanı yoktur. Dolayısıyla ne kadar çaba harcarsa harcasın, olaylara etki eden ya da sonucu oluşturan insanın kendisini değildir. Yapması gereken yine Allah'a ve Allah'ın sonsuz kudretine teslim olmaktır.
İnsanlarla olan ilişkilerde olduğu gibi, olaylar hakkındaki gelişmeler, bunlarda ortaya çıkan sorunlar, aksaklık gibi görünen durumlar da insanı kaygılandırmamalıdır. Tüm bunlar da, kainattaki herşey gibi, en küçük detayına kadar Allah'ın kontrolündedir. İnsanın, diğer insanlar üzerinde nasıl hiçbir gücü yoksa, olaylar üzerinde de herhangi bir müdahale imkanı yoktur. Dolayısıyla ne kadar çaba harcarsa harcasın, olaylara etki eden ya da sonucu oluşturan insanın kendisini değildir. Yapması gereken yine Allah'a ve Allah'ın sonsuz kudretine teslim olmaktır.
İnsanlarla olan ilişkilerde olduğu gibi, olaylar hakkındaki gelişmeler, bunlarda ortaya çıkan sorunlar, aksaklık gibi görünen durumlar da insanı kaygılandırmamalıdır. Tüm bunlar da, kainattaki herşey gibi, en küçük detayına kadar Allah'ın kontrolündedir. İnsanın, diğer insanlar üzerinde nasıl hiçbir gücü yoksa, olaylar üzerinde de herhangi bir müdahale imkanı yoktur. Dolayısıyla ne kadar çaba harcarsa harcasın, olaylara etki eden ya da sonucu oluşturan insanın kendisini değildir. Yapması gereken yine Allah'a ve Allah'ın sonsuz kudretine teslim olmaktır.
İşte insan, hayatını bu gerçeği bilmenin derin huzuru, tevekkülü ve konforu içerisinde yaşamalıdır. Allah Kuran'da, müminlere “vekil olarak Allah yeter” şeklinde buyurmuştur. Bir başka ayette ise Allah, müminlerin sözünün, “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” şeklinde olduğunu bildirmiştir:
İşte insan, hayatını bu gerçeği bilmenin derin huzuru, tevekkülü ve konforu içerisinde yaşamalıdır. Allah Kuran'da, müminlere “vekil olarak Allah yeter” şeklinde buyurmuştur. Bir başka ayette ise Allah, müminlerin sözünün, “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” şeklinde olduğunu bildirmiştir:
İşte insan, hayatını bu gerçeği bilmenin derin huzuru, tevekkülü ve konforu içerisinde yaşamalıdır. Allah Kuran'da, müminlere “vekil olarak Allah yeter” şeklinde buyurmuştur. Bir başka ayette ise Allah, müminlerin sözünün, “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” şeklinde olduğunu bildirmiştir:
Allah'a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter. (Ahzab Suresi, 3)
Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. (A-li İmran Suresi, 173)
Allah, herşeyin yaratıcısıdır. O, herşey üzerinde vekildir. (Zümer Suresi, 62)
Ve Allah, Allah'a tevekkül ederek, Rabbimiz'in yardımı altına giren müminler için mutlak bir konfor, çıkış yolu ve başarı olduğunu müjdelemiştir:
Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, O’ndan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler. (A-li İmran Suresi, 160)
En zor görünen durumlarda bile insanın, ''Ben bunun altından nasıl kalkarım?'' diye telaşlanması yersizdir. İnsanın yapacağı, yalnızca 'çok samimi olmak'tır. Herşeyi yaratacak olan ise yalnızca Allah'tır...
Dünya hayatında meydana gelen her gelişme büyük bir süratle seyretmekte; insan bu hız ve hareketlilik içerisinde, kimi zaman yaşadığı hayata gaflet dolu bir bakış açısıyla yaklaşmaktadır. Gözlerinin önünde hızla akıp giden olayların ve detayların gerçekliği karşısında, tüm bunları ‘kendi güç ve iradesiyle’ idare edebileceği yanılgısına kapılmaktadır. Yaşadığı her olayı kendi müdahalesiyle çözüme kavuşturacağını, insanlara karşı olan sorumluluklarını kendi yetenekleriyle yerine getirebileceğine inanmaktadır.
Tüm bu hareketlilik içerisinde, yaşadığı ve yaşayacağı onlarca olayın içinden nasıl çıkacağını, herşeye nasıl yetişebileceğini, kendisini ilgilendiren pek çok olayı nasıl çözüme kavuşturacağını, kendisinden beklenenleri nasıl yerine getireceğini düşünerek telaşa kapılır. Hatta bazen, gözünde büyüyen tek bir olayı nasıl halledebileceğini düşünmenin dahi ağırlığı altında kalır. Bazen yapılan bir hatayı telafi edebilmek, bazen bir tavrı kökten değiştirebilmek, insanların taleplerine tam olması gerektiği gibi karşılık verebilmek gibi manevi sorumluluklar da insana olduğundan çok daha zor görünür. Ve işte bazen insan bunların her birini gerçekleştirebilme çabası içerisinde ciddi bir tedirginlik yaşar.
Oysa ki insanın önünde, aşılması dağlar kadar yüksek engeller bile olsa, yaşadığı tedirginlik, telaş ya da endişe tümüyle yersizdir. Çünkü insan, içerisinde yaşadığı tüm bu kalabalık ve hareketli dünyaya rağmen, aslında kendi ruhundaki manevi dünyasında tek başına bir yaşam sürmektedir. Ve tek sorumluluğu da, onu yaratan Allah'a karşıdır. Önünde dizilen onlarca olayı çözüme kavuşturacak, olayları düzene sokacak ve sonuçlandıracak olan ise yalnızca Allah'tır.
İnsanın, kendisi dahil, dünyadaki hiçbir insan ya da hiçbir şey üzerinde bir müdahale gücü yoktur. Allah'ın kendisi için yarattığı bu dünyada meydana gelen gelişmeleri, şuurunda olsa da olmasa da, aslında büyük bir acz içerisinde seyretmektedir. İşte insanın, yaşadığı yersiz telaştan kurtulmak için öncelikle yapması gereken, bu önemli gerçeğin bilincinde olmaktır.
Allah bir ayetinde, “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İnsan Suresi, 30) buyurmuştur. Ve bu gerçek, insan için çok büyük bir konfordur.
İnsanın, bir başka insanın ruhuna, karakterine, inançlarına, düşüncelerine ya da kararlarına etki edebilme gücü yoktur. Ama Allah, tüm yarattıkları üzerinde sonsuz güç sahibidir. Eğer insan, bir konuda bir başkasına birşeyler anlatabilmeye, onu birşeylere inandırabilmeye ve ikna etmeye çalışıyorsa, elbetteki elindeki tüm akılcı imkanlarla bu konuda çaba harcayacaktır. Ama bu çaba, ancak onun samimiyetinin bir delili olacaktır. Yoksa karşı tarafta oluşan netice, ancak Allah'ın dilemesiyle yaratılır. İnsan bunu kendi çabasıyla asla elde edemez.
Örneğin hata yapan bir insan, ısrarla karşı tarafın kendisini affetmesini ister. Hatasını telafi etmek ve oluşan durumu düzeltebilmek için elinden geleni yapar. Ama asla, kendisini affedecek olanın karşısındaki insan olduğu gafletine kapılmamalıdır. İnsanların kalplerine etki edebilecek olan yalnızca Allah'tır. Allah bir ayette, “Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” (Saffat Suresi, 96) buyurmuştur. Bir insanın düşüncelerini değiştirebilecek, kalbinde oluşan rahatsızlığı giderebilecek, yapılan bir hatayı unutturabilecek ve durumu düzeltebilecek olan yalnızca Allah'tır.
İşte insanın bu önemli gerçeği bilmesi, onun üzerinden çok büyük bir yükü kaldırır. Ne kendisi bir şey yapabilmekte, ne de karşısındaki kişinin herhangi bir şeye gücü yetebilmektedir. Her iki taraf da acz içerisindedir. Dolayısıyla insanın böyle bir konuda da telaşa kapılması, tedirgin olması, “Oldu mu, olacak mı?”, “Ne zaman olacak?” ya da “Nasıl olacak?” gibi düşüncelerle meşgul olması tümüyle yersizdir. Yapılacak şey, Kuran ahlakına, akla, vicdana uygun olan herşeyi uygulamak ve Allah'a ‘tam teslim olmak’tır. Allah en güzelini yaratandır.
Aynı şekilde, bir yanlış anlaşılma oluştuğunda, insan doğruyu karşı tarafa anlatabilmek, onu, kendi dürüstlüğüne ikna edebilmek için elinden gelen herşeyi yapar. Ancak böyle bir durum da insanı asla telaşa kaptırmamalı, tedirgin etmemelidir. Allah'ın sonsuz adaletinin her olayda kesin olarak tecelli ettiğini bilmek insana yetmelidir. Allah Kuran ayetlerinde insanın hiçbir konuda asla haksızlığa uğramayacağını, küçücük bir iyiliğin bile mutlaka hakkıyla karşılık bulacağını şöyle bildirmiştir:
Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz. (Enbiya Suresi, 47)
"Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (herşeyden) haberdardır." (Lokman Suresi, 16)
İşte bu gerçekleri bilen insan ile bilmeyen insan arasında çok büyük farklılıklar vardır. Bir kişi karşısındaki insanı ikna edebilmek için tüm gücüyle manen ona yüklenirken, diğer kişi bir yandan elinden gelen çabayı gösterirken, diğer yandan asıl olarak tüm gücüyle Allah'a yönelir. O kişide oluşacak etkiyi yaratması için tüm samimiyetiyle Allah'a dua eder.
İnsanlarla olan ilişkilerde olduğu gibi, olaylar hakkındaki gelişmeler, bunlarda ortaya çıkan sorunlar, aksaklık gibi görünen durumlar da insanı kaygılandırmamalıdır. Tüm bunlar da, kainattaki herşey gibi, en küçük detayına kadar Allah'ın kontrolündedir. İnsanın, diğer insanlar üzerinde nasıl hiçbir gücü yoksa, olaylar üzerinde de herhangi bir müdahale imkanı yoktur. Dolayısıyla ne kadar çaba harcarsa harcasın, olaylara etki eden ya da sonucu oluşturan insanın kendisini değildir. Yapması gereken yine Allah'a ve Allah'ın sonsuz kudretine teslim olmaktır.
İşte insan, hayatını bu gerçeği bilmenin derin huzuru, tevekkülü ve konforu içerisinde yaşamalıdır. Allah Kuran'da, müminlere “vekil olarak Allah yeter” şeklinde buyurmuştur. Bir başka ayette ise Allah, müminlerin sözünün, “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” şeklinde olduğunu bildirmiştir:
Allah'a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter. (Ahzab Suresi, 3)
Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 173)
Allah, herşeyin yaratıcısıdır. O, herşey üzerinde vekildir. (Zümer Suresi, 62)
Ve Allah, Allah'a tevekkül ederek, Rabbimiz'in yardımı altına giren müminler için mutlak bir konfor, çıkış yolu ve başarı olduğunu müjdelemiştir:
Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, O’ndan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler. (Al-i İmran Suresi, 160)
7 Ekim 2010 Perşembe
En tehlikeli ve en sinsi hastalıklardan biri: Aklı beğenme hastalığı
6 Ekim 2010 Çarşamba
'Gizli kirlere' ve 'zincirleme kirlenme'ye karşı alınması gereken temizlik önlemleri
Kirliliğin insanlara getirebileceği zarar ve sıkıntıları bilen şuuru açık her insan için temizlik son derece önemli bir konudur. Ancak buna rağmen, tüm bu insanların da ‘kendilerine göre bir temizlik anlayışları’ vardır. Dolayısıyla da, en gelişmiş imkanlara sahip olsalar da, çok kısıtlı şartlar altında olsalar da, bu insanlar temizliği ancak kendi anlayışı çerçevesinde uygular.
Ancak insan hayatındaki her güzel şey gibi, temizlik de ancak akıl ile kavranabilen ve akıl ile uygulanabilen bir şeydir. Bir insan ancak aklı, vicdanı ve dikkati doğrultusunda neyin temiz neyin ise kirli olduğunu fark edebilir. Aynı şekilde bir insanın kirlilikten rahatsızlık duyup duymaması da yine aklına ve vicdanına bağlıdır.
Dolayısıyla, derin düşünmeyen, aklını, vicdanını kullanmayan, dikkati kapalı bir insanın temiz kabul ettiği bir şey, akıllı, vicdanlı ve dikkatli bir insan için aslında çok kirli ve rahatsız edici olabilir. Bu da insanların temizlik olarak bildikleri pek çok bilginin aslında yetersiz olabileceğini;‘akıl vicdan kullanıldığında çok daha derin ve detaylı bir temizlik anlayışının elde edilebileceğini’ göstermektedir.
Ayrıca temizlik konusunda bilinmeyen pek çok temel bakış açısı da vardır. bunlardan biri, ‘bir gizli bir de açık kirlilik şeklinde, iki türlü kirlenme olması’dır. Örneğin yere bir çöp döküldüğünde bunun kirli olduğunu ve temizlenmesi gerektiğini elbette hemen herkes bilir. Ancak bazı kirler de vardır ki, görünüşte bunları belli edecek bir alamet yoktur. Ancak belki de bu temiz sanılan yerler, görünen bir kirden çok daha kirlidir. İşte akıllı, vicdanlı ve dikkatli bir insan bu görünmeyen kirlerin de şuurunda olan, bunlardan da rahatsızlık duyan ve bunlara karşı ciddi tedbirler alan insanlardır.
Temizlikte insanların ölçü kabul etmeleri gereken bu temel bakış açılarından bir diğeri ise‘hijyen’dir. Örneğin bir evin sokak kapısı tozlu ya da çamurlu olmayabilir. Ve bakıldığında çok temiz, cilalı ve parlak görünebilir. Oysa ki her gün sokakta, birbirinden farklı temizlik anlayışlarına sahip olan binlerce insanın yaşadığı yerlerde vakit geçirdikten sonra ellenen sokak kapısı görünmeyen pek çok kir içermektedir. Sokak kirinin taşındığı böyle bir yere ellendikten sonra, bu kiri evin temiz yerlerine; koltuklara, perdelere, evin iç kapılarına taşımak son derece yanlıştır.
Bir de ‘detay temizlik’ olarak adlandırılabilinecek bir temizlik anlayışı daha vardır. Kimi insanlar detaydaki kirliliğe o kadar önem vermezler. Ancak detay ile kasıt, sadece kıyıda köşede kalmış bir yerin tozlarını da almayı unutmamak anlamında değildir. İnsanların düşünmedikleri takdirde akıllarına gelmeyebilecek bazı konularda daha ciddi önlemler almak gerekebileceğidir.
Kimi insanların temizlik konusunda yaygın olarak bilmedikleri konulardan biri de ‘zincirleme olarak oluşan kirlilik’tir. Bir insanın, kirli bir yere ellediğinde, bu kiri bir başka yere daha taşımadan ellerini hemen yıkaması esastır. Ancak çoğu zaman başlangıçtaki tek bir ihmal bu kirin, belki de bir evin on yirmi ayrı noktasına taşınmasına neden olur. Örneğin üzerindeki kıyafetlerle çok kirli bir yerden gelen ya da üzerine kirli su sıçrayan bir insan, üzerini değiştirmeden bir koltuğa oturduğunda ya da evin çeşitli yerlerine kıyafetlerini değdirdiğinde, bir anda zincirleme olarak pek çok yerin daha kirlenmesine sebep olmuş olur.
Dünyanın pek çok yerinde temizliği hiç önemsemeyen ve kirlilikten rahatsızlık duymayan pek çok insan da vardır elbette. Bu konuda adeta beyinlerini uyuşturmuş olan bu insanlar, ciddi bir zarara uğramadıkları tardirde, özellikle de görünmeyen kirlerin temizliği üzerinde hiç durmazlar. Aynı şekilde temiz olmaktan, temiz ortamlarda, temiz eşyalarla yaşamaktan da zevk almazlar. Kısacası hayatlarında ‘temizlik ya da kirlilik’ gibi bir fark ve temiz olabilme yönünde bir talep yoktur. Onlar için akıllarını yormaları gereken böyle bir konu sanki hiç yok gibidir. Önemli olan hayatlarını sürdürebilmeleridir; ancak bunu ne şartlarda sürdürdüklerini o kadar da önemsemezler. Fakat şaşırtıcı olan, bu durumun, ellerinde çok fazla imkan olan insanlar için de geçeril olmasıdır. Bazen dünyanın en zengin, en çok imkan sahibi bir insanı da, istediği anda elindeki imkanlarla çok temiz bir ortam ve çok temiz bir hayat standardı elde edebileceği halde, içinde böyle bir nimete karşı hiçbir istek duymamaktadır.
Bu durumun en önemli açıklamalarından biri ise elbetteki ‘temizliğin bir iman alameti olması’dır. Temizlik, Allah'ın iman edenlere bildirdiği bir emridir. Ancak Allah, müminleri ruhen de temizlikten, temiz nimetlerden, temiz ortamlardan ve temiz bir hayattan zevk alacak şekilde yaratmıştır. İnsanlardaki akıl, vicdan ve dikkat açıklığının da ancak imanla birlikte gelişmesi, Müslümanların bu konuda çok titiz bir anlayış kazanmalarına vesile olur.
İmana dayalı bu bakış açılarından dolayı müminler için temizlik bir vakit kaybı değil, bir ibadettir. Aynı zamanda da dünya hayatının çok güzel bir nimetidir. Allah'ın insanlara temizlenebilemeleri için su, sabun gibi imkanlar yaratmış olması; gelişen teknolojiyle birlikte, sürekli olarak temizliğin kalitesini daha da artıran çeşitli elektronik cihazların artması müminler için Allah'ın çok büyük bir rahmetidir.
5 Ekim 2010 Salı
İyi bir insan, herkes için bir nimettir. 'Nasıl olsa güzel ahlaklı; her halükarda zaten iyi davranır' diyerek böyle insanların iyi niyetlerini suistimal etmeye çalışmak Kuran ahlakına ve vicdana uygun değildir.
Cahiliye toplumlarında iyi insanlara karşı çok yanlış ve acımasız bir bakış açısı hakimdir. İnsanlar, güzel ahlaklı olduklarını gördükleri kimselerin, kendilerine nasıl davranılırsa davranılsın, bu ahlaklarından ödün vermeyeceklerini hissettiklerinde, onların bu özelliklerini suistimal etmeye yönelik bir tavır içerisine girerler. “Nasıl olsa bu insandan bana zarar gelmez”, “Nasıl olsa o buna birşey demez”, “Nasıl olsa alttan alır”, “Nasıl olsa nazım geçer”, “Ben ne yaparsam yapayım, nasıl olsa bana kötülükle karşılık vermez”, “Nasıl olsa sabırlı, hoşgörülü, affedici bir tavır gösterir” ya da “Bir şey olursa nasıl olsa ben bu insanı çok kolay idare ederim, istediğimi yaptırmaya çok kolay ikna ederim” gibi bir bakış açısıyla, bu gibi insanların iyi niyetlerinden istifade etmeye çalışırlar.
Bir kısım insanların, çevrelerindeki kendilerine iyi davranan kimselere karşı ‘zalimane’ denebilecek bir tavır içerisine girmeleri, dünyanın dört bir yanında bilinen ve uygulanan çarpık bir bakış açısıdır. Karşı taraf ne kadar tevazulu, ne kadar iyi niyetli, affedici, hoşgörülü, sabırlı ve attan alan bir tavır gösterirse, bu kimseler de onların bu yönlerini o kadar iyi kullanan bir tavır içerisine girerler. Onların tüm iyi niyetlerine karşılık, kibirli, yüksekten bakan, büyüklenen ve karşı tarafı hor gören bir ahlak sergilerler.
Ancak şaşırtıcıdır ki yine aynı insanlar, yaşadıkları çarpık bakış açısının bir devamı olarak, kendilerine kötü davranan, kibirli, enaniyetli, ters, zalim, adaletsiz, öfkeli ve tutarsız bir kimseye karşı da son derece ezik, sessiz, teslimiyetli ve saygılı bir tavır gösterirler. Bu kişilere karşı en küçük bir kusur işlemekten şiddetle kaçınır, böyle bir durumun oluşmaması için ellerinden gelen tüm tedbirleri alırlar. Neredeyse bu kimselerin ‘bir dediklerini iki etmez’, güçleri yettiğince onların gözüne girmeye çalışır ve onlara karşı içten içe derin bir hayranlık duyarlar. Kendilerine model olarak aldıkları kimseler de, yine karşılarında saygıyla eğildikleri bu kibirli kimseler olur.
Dünyanın her yerinde, her yaştan, her kültürden insanlar arasında rastlanabilen bu durumun en belirgin örneklerinden birini ‘iş yerleri’nde görmek mümkündür. Eğer bir iş yerinde çalışan kişinin patronu iyi niyetli, mazlum, mütevazi, halim selim, güzel huylu bir insan ise, bu kişi mümkün olduğunca suistimal edilmeye çalışılır. Çünkü istediği bir şey yapılmadığında bile, nasıl olsa bu kişi mülayim davranacak, aşırı bir reaksiyon göstermeyecek, durumu idare edecek ve alttan alacaktır. İnsancıl bir tavır içerisinde olacak; hoşgörüyle, itidalli bir tavırla karşılık verecektir. İstediği bir iş baştan savma yapıldığında, nasıl olsa merhametli davranacak, karşı tarafı rencide etmeyecek, konunun oluruna bakacaktır. Kendisine saygı, hürmet gösterilmediğinde nasıl olsa sabırlı davranacak ve alçakgönüllükle görmezden gelecektir.
İşte tüm bunları bilen ve tecrübe eden bir insan, bu ahlaktaki bir kimseye karşı, kendince ‘güzel ahlak göstermeye’ ya da bu konuda ‘fazladan emek vermeye’ ‘gerek olmadığına’ karar verir. Çünkü nasıl olsa emek vermese de, gerek görmese de, herhangi bir kayba uğramayacak; karşı tarafın güzel ahlakı ve iyiliği herşeyi telafi etmeye ve dengelemeye yetecektir. Bu kişi de, o kimsenin bu güzel ahlakından tek taraflı istifade ederek kendince bu durumu kullanacaktır.
Ama eğer bunun tam tersine, iş sahibi alabildiğine kibirli, nobran, sinirli, mesafeli, bir anı bir anına uymayan, dediğim dedik tarzında bir insansa, ona karşı duyulan saygı da alabildiğine şiddetli olur. Böyle bir kimseye karşı, bilerek ya da bilmeyerek kusur işlemekten dikkatle sakınılır. Hem içte hem de dışta büyük bir hayranlık ve saygı duyulur. Bu kimse, orada çalışan herkes için çok büyük ve çok önemlidir. Böyle bir kişiyi değil suistimal etmeye çalışmak, aksine onu memnun edebilmek, gözüne girebilmek için bilinen ve akla gelen her yöntem uygulanır. Çünkü bu karakterdeki bir iş sahibine karşı bir hata yapılacak olunursa, hata yapan kişi büyük zararlara uğrayacaktır. Büyük olasılıkla hemen işinden atılacak ve bunun sonucunda da maddi açıdan sıkıntıya girecektir.
İşte söz konusu kişi, menfaatiyle çatışacak böyle bir duruma düşmek istemediği için kendince hızlı bir hesap yapar ve çıkarları gereği, iş yerini yöneten bu kimseye karşı saygılı, güzel ahlaklı, itaatli, yumuşakbaşlı, sevecen bir tavır sergileme kararı alır.
Çalışma hayatında sıklıkla rastlanan bu durum, hayatın her kesiminde aynı şekilde kendisini gösterir. Dostluklarda, aile ilişkilerinde, komşuluklarda, ortaklıklarda yine aynı kurallar sessizce uygulanır. İnsanlar bilinçaltlarında güçlü gördükleri insanlara saygı duyma yönünde adeta toplu bir karar almış gibidirler. Ancak güç sahibi olduğuna inandıkları aynı insanlar acze düştüklerinde de, onları da hemen diğer kategoriye tabi tututar ve bir anda o kişilere olan saygılarını ve hayranlıklarını da kaybederler. Ve eğer bu kişiler bir kez daha eski güçlerine kavuşacak olurlarsa, ne kadar riyakarca olduğuna hiç aldırış etmeden yeniden saygılı ve hürmetkar tavırlarına geri dönerler.
İnsanlar arasında yaygın olarak yaşanan bu bakış açısının baştan sona çarpık olduğu aslında elbetteki çok açıktır. İnsanlar, basit çıkar hesapları doğrultusunda iki türlü ahlak geliştirmişlerdir. Ve bu iki ahlaka ait olan kuralları, karşılarına çıkan herkese standart olarak uygulamaktadırlar. Kime iyi ve baş eğici davranacaklarını, kime ise kibirli ve vurdumduymaz bir tavır sergileyeceklerini ezberden bilmekte ve bunlara hemen hayata geçirmektedirler.
İşte bu çarpık anlayış, tümüyle söz konusu insanlardaki Allah inancının ve Allah korkusunun eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bu tarz insanlar ahlaklarını sadece dünyaya yönelik çıkar hesaplarına dayalı olarak şekillendirmekte ve bunu da istedikleri anda ve istedikleri tarzda değiştirmektedirler.
Ancak şu da bir gerçektir ki, bu kişilere sorulacak olsa, onlar başkalarının kendilerine bu şekilde hesaplar doğrultusunda davranmalarını asla istemezler. Yanlarında her zaman için güvenilir, sadık, dürüst, doğru sözlü, iyi niyetli, içi dışı bir, çıkar peşinde koşmayan, güzel ahlaklı insanlar ararlar. Fakat konu kendileri olduğunda, sergiledikleri ahlakla ne kadar riyakar, ikiyüzlü, sinsi ve güvenilmez bir insan görünümünde olduklarını düşünmezler.
İman eden insanlarda ise bu tür bir ahlak anlayışına asla rastlanmaz. Mümin Allah için yaşar. Allah için sever, Allah için güzel ahlak gösterir. İnsanlara, çıkarlara, şartlara göre uyguladığı farklı ahlak anlayışları yoktur. Allah'ın Kuran'da bildirdiği mükemmel bir insan ahlakı vardır; işte mümin yalnızca bu ahlaka uyar. Karşısındaki insan güzel ahlak göstersin veya göstermesin, mümin, güzel ahlakı Allah için yaşadığından bundan asla taviz vermez. Birine iyi davranırken, bir başkasına kötü ahlak göstermez. Çıkarlarıyla ne kadar çatışırsa çatışsın, vicdanı asla böyle bir samimiyetsizlik yapmasına izin vermez.
Müminin ahlakındaki bu üstünlüğün anlaşılması çok önemlidir. Çünkü dünyanın dört bir yanındaki insanların çektikleri sıkıntılar, aslında büyük ölçüde kendi yaşadıkları çarpık ahlaktan kaynaklanmaktadır. Uyguladıkları çarpık kurallar ile çevrelerinde sürekli olarak kendileri gibi yeni yeni insanlar oluşturmakta ve bunun sonucunda da kendi anlayışlarının hakim olduğu kimselerden oluşan bir dünyada yaşamaktadırlar. Bir başkasına gösterdikleri kötü ahlakın karşılığını, onlar da aynı şekilde kendilerine gösterilen kötü ahlak ile almaktadırlar.
Allah, her konuda olduğu gibi, bu konuda da insanlara çözüm olarak ‘Kuran ahlakı’nı yaratmıştır. Kuran'a uyan bir insan, Allah'ın ayetlerde bildirdiği sırların yansımalarını hayatının her anında ve her alanında çok açık bir şekilde görür. İyilikten yana verilen hiçbir emek asla ‘gereksiz’ değildir. Herşeyin üstünde, bu bir insana nimetlerin en güzelini; Allah'ın rızasını kazandırır.
Bunun yanında, iyi olan, güzel ahlak gösteren bir insan, Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi, her zaman için mutlaka yine iyilikle, güzellikle ve hatta bunların çok daha fazlasıyla karşılık görecektir. Hepsinden önemlisi, Allah'ın rahmeti onun üzerinde olacak, hayatının her anında Rabbimiz'in koruması, şefkati ve sıcak takibi altında yaşayacaktır.
Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır.Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.(Yunus Suresi, 26)
(Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. (Nahl Suresi, 30)
De ki: "Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah'ın arz'ı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir." (Zümer Suresi, 10)
... Kim bir iyilik kazanırsa, Biz ondaki iyiliği artırırız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir. (Şura Suresi, 23)
... Güzellikte bulunanlara müjde ver. (Hac Suresi, 37)