29 Ekim 2011 Cumartesi

Kendini Kandırmak Yerine Samimiyet

Sonsuzluk içinde insan yalnızca bir kere denenir ve bu deneme süresi onar senelik ortalama 6-7 dilimden oluşur. Ve kişinin sonsuz yaşamını bu deneme süresi içindeki tavrı belirler. Bu kısacık, ama son derece ehemmiyetli süreyi de insan kendisini kandırarak geçirirse imtihanı kaybeder. İşte gerçek olan budur; insan kendini kandırarak ne gerçeği değiştirebilir, ne de sorumluluktan kurtulabilir.

Tam tersine insanın dünyada gerçeklerden kaçması yalnızca kendi aleyhinedir. Bu kişi vicdanını örterek kendini aldattığı, türlü bahane ve gerekçelerle rahatlatmaya çalıştığı her an aslında korkunç bir kayıp içindedir. Ahirette ise bu akılsızlığı nedeniyle -Allah'ın dilemesi dışında- telafisi asla mümkün olmayacak bir pişmanlık içinde olacaktır.

Durum böyleyken insanın değil kendisini kandırması, son derece açık bir şuurla ve dikkatle kulluk görevini yerine getirmesi gerekir. Bu da, kişinin her an vicdanının sesini dinlemesi ve Allah'ın kitabına uyması ile mümkündür. Samimi olarak iman eden bir insan için başka bir yol yoktur. İnsanın dünyada yaşadığı süre boyunca her geçen saniye ölüme ve hesap gününe biraz daha yaklaştığını, yaptığı her davranışın, aklından geçen her düşüncenin Allah'ın bilgisi dahilinde olduğunu ve bunlardan sorumlu tutulacağını düşünmesi, kendisi için en güzel ve kazançlı olan yoldur.

Dikkat edin, Allah'a karşı samimi olmaya yönelten bu yol, insan için en kolay olanıdır. Bir anlık düşünmenin ve karar almanın ardından insan tüm yaşamı boyunca bu kararın getirdiği şuur açıklığı ile yaşayabilir. Bu şuur açıklığını kazandığında ise hiçbir konuda kendini kandırarak, kendi kendini ebedi bir zarara uğratmaz.

Unutmayın; kendini kandırmak insan için, bir nevi ateşle oynamaktır. Kişi, bu şekilde oyalanırken ve tam da dünyaya dalmışken bir anda canını teslim almaya gelen melekleri yanında bulabilir. Melekler canını, bir ayetin ifadesiyle "ta derinden acı ile sökerlerken" acaba aynı oyunu ve kandırmacayı sürdürebilecek midir?

"Ne iyi ettim, dünyadaki hayatım boyunca yedim, içtim, gezdim, eğlendim, sorumluluklarımı, kulluk vazifemi göz ardı ettim, hiç düşünmedim" diyebilecek midir? Kuşkusuz ki hayır. Bu, en gafil insanın bile aklından geçiremeyeceği bir düşüncedir. Tam tersine o anda tarifsiz bir korku, dehşet ve panik yaşayacaktır. Ama bu daha başlangıçtır, cehennemin kapılarından içeri girdiğinde bu korku ve pişmanlık dayanılmaz boyutlara varacak, ruhu sonsuz bir yıkıma uğrayacaktır

Bu, bütün insanların aklından bir an bile çıkarmaması gereken bir gerçektir. Allah bu gerçeği ayetlerinde hatırlatırken, kendilerini kandıran insanların pişmanlıklarını ve çaresizliklerini de şöyle bildirmektedir:

Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azab apansız size gelip çatmadan evvel. Kişinin (yana yakıla) şöyle diyeceği (gün): "Allah yanında (kullukta) yaptığım kusurlardan dolayı yazıklar olsun (bana) doğrusu ben, (Allah'ın diniyle) alay edenlerdendim." Veya: "Gerçekten Allah bana hidayet verseydi, elbette muttakilerden olurdum" diyeceği, ya da azabı gördüğü zaman: "Benim için bir kere daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı da, ihsan edenlerden olsaydım" (diyeceği günden sakının). (Zümer Suresi, 54-58)

28 Ekim 2011 Cuma

Müminler Hatalarında Direnmezler

Müminler Allah'a karşı acizliklerini bildikleri ve dünyada onlara verilen eksiklikleri kabul ettikleri için hata yapmaktan korkmazlar. Büyüklük iddiası ile ortaya çıkmadıkları için eksiklikleri, yanlışları olması onları etkilemez. Çünkü insanlara karşı "prestijlerini koruma" derdinde değildirler; tek amaçları Allah'a kul olmak, O'nu razı etmektir.

Bir hata işlediklerinde çok güzel bir teslimiyet göstererek hemen tevbe eder ve Allah'a yönelip dönerler. Kuran'da bu konuyla ilgili olarak müminlere şöyle dua etmeleri haber verilmektedir.

... Rabbimiz, unuttuklarımızdan ya da yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet, bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et. (Bakara Suresi, 286)


Müstekbirler hata veya eksikliklerinin ortaya çıkmasından çok korkarlar, eleştirilince hiddetlenirler ve kabul etmezler. Müminler ise tam tersine kusur işlediklerinde ya da kendilerine hataları söylendiğinde hemen boyun eğer ve Allah'tan bağışlanma dilerler. Böyle bir durumda asla gurur yapmazlar; hemen kabul ederler:

Ve 'çirkin bir hayasızlık' işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 135)

Azgın gurur sahiplerinin aksine müminler, kendilerine özellikle ayetlerle bir hatırlatma yapıldığında hemen boyun eğerler. Nitekim Secde Suresi'nde müminlerin bu özelliği ayetlere imanın bir göstergesi olarak belirtilmiştir:

Bizim ayetlerimize, ancak onlarla kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve büyüklük taslamayanlar iman eder. (Secde Suresi, 15)

22 Ekim 2011 Cumartesi

KAMİL İMAN SAHİBİNİN VİCDANI


İnsan, kendisine daima kötülüğü emreden bir sesle, nefsiyle, birlikte yaratılmıştır. Ancak bu sesin yanı sıra, yine nefsine ilham olunan ve ona kötülüklerden sakınmayı telkin eden, kendisini sürekli olarak doğruya ve iyiye çağıran şaşmaz bir ses daha vardır. Nefisteki bu doğruya yönelten sese de "vicdan" adı verilir. Allah insanın nefsindeki bu iki özelliği bize ayetlerde şöyle tanıtır:

Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)

Ayette belirtildiği gibi Allah insana nefsinin kötülüklerinden sakınmayı ilham eder. Allah'ın bu ilhamı, kişinin vicdanı vasıtasıyla olur. Dolayısıyla vicdan, bir anlamda mümini doğruya, güzel olana çağıran Allah'ın sesidir. Bu nedenle de vicdan, aynı zamanda kamil imanın anahtarıdır.


Kamil iman sahipleri sürekli olarak bu sese kulak verirler. Bu kimselerin vicdan anlayışı, toplumun genelinde bilinen vicdan anlayışından çok farklıdır. Halk arasında vicdan genellikle sadece yoksullara, yaşlılara yardım etmek, yardım derneklerine bağışta bulunmak gibi örneklerle bağdaştırılır. Buna benzer nadir olayların dışında ise insanlar vicdanlarını devreye sokmaz ve nefislerinin öngördüğü şekilde bir yaşam sürerler.

Vicdanlarını Kuran'da emredilen şekilde kullananlar, sadece kamil iman sahipleridir. Çünkü onlar vicdanlarını hayatları boyunca her konuda kullanırlar. Hedefleri Allah'a yakınlaşmak ve O'nun hoşnutluğunu kazanmak olduğu için, şartlar ne olursa olsun, günün yirmi dört saati boyunca vicdanlarının sesine kulak verirler. Ne yorgunluk, ne uykusuzluk, ne de günlük hayatın kargaşası onların bu sesi gözardı etmelerine yol açamaz. En sıkışık anlarında, en acil işlerinde bile, vicdanlarından gelen tek bir uyarıyla hemen doğruyu görür ve en hayırlı olan tavra yönelirler.

Bu konuyu daha iyi açıklamak için şöyle bir örnek verebiliriz: Günlerce ağır bir işte çalıştıktan sonra aç, yorgun, uykusuz ve belki de hasta bir halde uzun bir yolculuktan dönen mümin bir kimseyi düşünelim. Tam bu ihtiyaçlarını karşılamak üzere kendisine vakit ayıracağı sırada yardım talep eden zor durumda kalmış bir insanla karşılaşsa, hiçbir tereddüte kapılmadan kendi ihtiyaçlarını bir kenara bırakarak bu kimsenin yardımına koşar. Eğer kendi fiziksel durumu buna elverişli değilse bile, tüm imkanlarını bu kişi için seferber ederek yardımcı olabilecek başka kimseleri devreye sokar. Ve bunca sıkıntısı içinde herşeyi bir yana bırakıp böyle bir yardımda bulunduğu için de karşı tarafı asla minnet altında bırakmaz. Ne içinde bulunduğu sıkıntılı durumu, ne de karşı taraf için yaptığı fedakarlığı dile getirir. Çünkü o tüm bunları sadece ve sadece Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla yapmakta ve bunun dışında da kimseden ne maddi ne de manevi bir karşılık beklememektedir. Bu kimselerin tavrı Kuran'da şöyle bildirilir:

Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimizden korkuyoruz. (İnsan Suresi, 9-10)

İşte kamil iman sahibinin vicdan anlayışı budur. Her türlü zor durum ve şartta vicdanına uyar ve vicdanını kullanarak yaptığı hiçbir iyilik için kimseden bir karşılık beklemez. Allah'ın razı olduğunu bilmenin sevinci kendisine yeter.

Buna karşın aynı örneği bir de kamil imana sahip olmayan bir kimse için ele alalım. Bu kişi içinde bulunduğu zor ve elverişsiz koşulları kendisi için meşru bir mazeret olarak görür ve vicdanının kendisine gösterdiği yolu görmezlikten gelir. Uykusuzluk, yorgunluk ya da açlık gibi fiziksel ihtiyaçlarının olması tavırlarının değişmesine neden olabilir. Bir anda tahammülsüz, sinirli ve ters bir insan haline gelebilir. Böyle bir durumda değil yardım isteyen birine yardım etmek, kendine yardımcı olmaya çalışan yakınlarına karşı bile anlayışsız ve ters davranmayı doğal bir hakkı olarak görebilir. Eğer istisnai bir durum olarak karşı tarafa yardım etmeyi kabul etse bile, bunu mutlaka söylenerek, başa kakarak ve karşı tarafı minnet altında bırakarak yapar.

Görüldüğü gibi kamil iman sahibi olan kimselerle, olmayanların ahlak ve tavırları arasında büyük bir uçurum vardır. Bu fark yaşamlarının her anına yansır ve yine aynı şekilde ahirette alacakları karşılıkta da mutlaka ortaya çıkacaktır.

18 Ekim 2011 Salı

CENNET


Hayatta en fazla neyi istersiniz? Güzel bir ev, gösterişli elbiseler, zenginlik, bolluk, ihtişam... Peki size, dilediğiniz herşeyin anında ve sonsuza kadar sağlanacağı bir mekanın varlığı haber verilse, bunu nasıl karşılardınız? Elbette, büyük bir heyecana kapılır ve hemen bu kusursuz mekanı görmek isterdiniz. Böyle bir mekanda yaşamaya kuşkusuz hiçbir insanın, hiçbir şekilde itirazı olmazdı.

Şimdi bir düşünün. Şimdiye kadar size, güzelliklerin ayaklarınızın altına serileceği, sayısız nimet ve bollukla karşılaşacağınız bir mekanın varlığından hiç bahsedilmedi mi? Kuşkusuz ki bahsedildi. Aslında size ve sizin gibi tüm insanlara tüm istediklerini hazır bulacakları bir yaşamın, "cennet yaşamının" varlığı mutlaka haber verilmiştir. Yeryüzündeki her insan, ölümünden sonra ahiret yaşamında sonsuz bir cennetin var olduğu bilgisine sahiptir. Cennete girmeye layık görülen her insan, nefsinin istediği herşeyi hazır bulacağı, mükafat ve nimetlerle karşılanacağı, sonsuza kadar güzellikle muhatap olacağı eşsiz bir mekanda yaşayacaktır. Dünyada yaşadığı sınırlı süre ise, bu güzelliklere kavuşabilmesi için kendisine verilmişbir fırsattır. Allah, dünya hayatındaki imtihanın gereklerini yerine getiren salih kullarına, bu güzel yurdu vaat etmiştir.

O halde insanları, cennet müjdesiyle sevince kapılmaktan alıkoyan, cennete özlem duymalarını ve ona kavuşmak için çaba harcamalarını engelleyen sebep ne olabilir? İnsanlar, acaba neden kendilerine karşılıksız nimetler ve güzellikler verileceğini bile bile, cennet için bir hazırlık yapmazlar? Kuşkusuz bunun en önemli nedeni, insanların bir kısmının cennetin varlığına kesin olarak inanmamaları, bir kısmının da bundan büyük bir şüphe içinde olmalarıdır. İnsanların inançsız veya şüpheci olmalarının kuşkusuz çeşitli sebepleri olabilir. Ancak burada asıl üzerinde durulması gereken, bu şüphenin kimi zaman bilgi eksikliğinden kaynaklanmasıdır.

Bu bilgi eksikliğinin giderilmesi için başvurulacak yegane kaynak ise Kuran'dır.

Allah, Kuran'da insanlara eşsiz ve sınırsız güzellikleri ile muhteşem bir cennet yaşamı tarif etmiştir. Bu güzelliklerin sınırını bilmeyen, tarif edilen detayların farkında olmayan bir kimsenin, cenneti ve oradaki yaşamı gözünde canlandırması zor olabilir.

Allah'ın insanlara sunmuş olduğu ve büyük bir nimet olarak Kitabında anlattığı cenneti, insanlara tanıtmak, sahip olduğu güzelliklerden herkesi haberdar etmektir. Cennetin, ahirette insanlar için hazırlanmış iki yaşamdan bir tanesi olduğunu bildirmek ve orada insana, şu anki düşünce sınırlarını aşacak derece güzel olan herşeyin verileceğini belirtmektir. Cennetin, cahilce inanışların aksine, tüm nimetlerin kusursuzca var edildiği bir mekan olduğunu haber vermek ve insanlara orada "nefislerinin istediği", "arzu ettikleri" herşeyin sunulacağını göstermektir. Cennette, tüm eksikliklerden, acizliklerden uzak olacaklarını, sıkıntı ve hüznü tadmayacaklarını, asla pişmanlık duymayacaklarını bildirmektir. Cennette, şu ana kadar görülmüş, bilinmişher türlü güzelliğin ve nimetin çok daha üstününün var olduğunu, ayrıca Allah'tan bir ikram olarak henüz tanınmamış, görülmemişnimetlerin de orada hazır bulundurulduğunu ve bunların yalnızca Allah'ın kendilerinden hoşnut olduğu insanlara sunulmakta olduğunu haber vermektir.

ütün bu bilgiler doğrultusunda sizleri bekleyen asıl yurdun kusursuzluğunu düşünmeli ve oraya layık olabilmek için çaba içinde olmalısınız. Allah'ın tüm bunları sizlere karşılıksız olarak vereceğini ve tüm bu nimetlere sonsuza kadar sahip olabileceğinizi unutmamalısınız. Tüm bunların yanında, eğer sonsuz güzelliği tercih etmezseniz, tek seçeneğinizin sonsuz azap dolu cehennem olacağını ve cennettekilerin refah dolu yaşamlarını izlerken orada sonsuza kadar sıkıntı, hüzün, azap ve pişmanlık yaşanacağını mutlaka düşünmelisiniz.