27 Ağustos 2011 Cumartesi

Protesto ve Eylem Psikolojisi


Cahiliye toplumlarında insanların büyük çoğunluğu bir kimsenin bir sözüne ya da tavrına kızıp alındıklarında evin kapılarını, dolap kapaklarını çarpma, karşılarındaki kişiye soğuk davranma, konuşmama, kendileri için hazırlanan yemeği yememe, yapılması gereken işi yapmama gibi eylemleri hiç çekinmeden uygularlar. Kuran ahlakını bilen kimseler ise bu tavırların mümin ahlakıyla hiçbir şekilde bağdaşmayacağını bildiklerinden bu tarz eylemlere başvurmazlar.


Samimi bir imana sahip olmayan bazı kişiler ise, Kuran ahlakına uymadığını bile bile protesto eylemlerini sürdürmekten çekinmezler. Ama bunu her zaman açıkça yapmaz; daha çok tersleşme, sessizleşip durgunlaşma gibi tavırlarla yaparlar. Böyle bir ruh hali içerisine giren kimse kendisine bir şey sorulduğunda düz ve normal bir cevap vermez. Bazen kısa ve geçiştirici bir cevap verir, bazen de "bilmiyorum", "evet" ya da "hayır" gibi kesik yanıtlarla cevaplayarak karşı tarafı sinsice protesto eder. Burada amaç cevap veriyor gibi görünmek ve kendisine "neden cevap vermiyorsun" diye sorulursa "cevap verdim ya" diyerek karşı tarafı haksız göstermeye çalışmaktır. Bazen de sorulan soruya cevabını belli belirsiz şekilde geciktirerek verir. Neden sustuğu ya da geç cevap verdiği sorulduğunda da "düşünüyordum", "söyleyeceğim şeyi hatırlayamadım" gibi yine samimiyetsizlikle yapıldığı belli olan ama kesin olarak ispat edilemeyecek mazeretler öne sürer.

Herkesin gülüp eğlendiği bir ortamda o içinden geldiği gibi eğlenmez, sadece tebessüm etmekle yetinir, ağır ve soğuk davranır. Ancak neden böyle davrandığı, bir sorun olup olmadığı sorulduğunda, hiçbir şey olmadığını söyleyerek karşı tarafa imalı bir cevap verir. Zaman zaman da rahatsız veya uykusuz olduğu şeklinde mazeretler öne sürerek protesto eylemlerini ispat edilemez hale getirecek bir kılıf uydurur. Bu durumda tavrına dair kendisine bir eleştiri getirilecek olunursa, kasıtlı bir şey yapmadığını, rahatsız olduğu için o şekilde davrandığını söyleyecektir.

Böyle çirkin tavırlar gösteren kimseler bilmelidirler ki, gösterdikleri bu ahlakın sıkıntısını çeken de yine sadece kendileridir. Çoğu insan, ellerinde açık bir delil olmasa bile karşılarındaki kişinin gizliden gizliye samimiyetsiz bir tavır içerisinde olduğunu anlar. Mümin olan bir kişi, yine Kuran ahlakına uygun olarak bu tarz kişilere fayda verecek, onları güzel ahlaka davet edecek şekilde samimiyetle karşılık verir. Ve güzel ahlak göstermenin huzurunu yaşar. Gizli ahlaksızlıklar göstermekte ısrar eden kişinin kendisi ise başkalarına protesto gösterisi yapacak diye içinden geldiği gibi eğlenemez, gülemez, konuşamaz. Olayları ya da insanları hep olumsuz bir gözle değerlendirdiği için güzellikleri göremez, bunların zevkine varamaz. Herşeyi sorun olarak algılayıp, hep sıkıntı ve azap içerisinde yaşar. İşte bu, insanın kendi eliyle kendine zulmetmesidir. Ve tek çözümü, kişinin Allah'tan korkarak Kuran ahlakına yönelmesidir. Ancak samimi bir kalple Allah'a yönelen ve O'nun razı olmayacağı herşeyden şiddetle kaçınan insanlar dünyada ve ahirette huzur ve mutluluk bulabilirler.

23 Ağustos 2011 Salı

MÜMİNLER, ÇEVRELERİNDEKİ İNSANLARI DA SAMİMİYETE DAVET EDERLER


Allah Kuran'da, "Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (Al-i İmran Suresi, 104) ayetiyle insanları iyiliğe ve güzelliğe çağırmayı, onları içerisinde bulundukları yanlışlıklardan kurtarmayı müminler üzerine bir sorumluluk kıldığını belirtmektedir. Bir başka ayette ise Allah, "Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe Suresi, 71) sözleriyle müminlerin, birbirleri üzerinde koruyucu ve gözetici vasıfları olduğunu hatırlatmaktadır.

İşte müminler Allah'ın bu emri doğrultusunda birbirlerinde gördükleri eksiklikleri yine Kuran'da bildirildiği şekilde "sözün en güzelini söyleyerek" (İsra Suresi, 53) birbirlerine anlatırlar. Karşı tarafın vereceği tepkinin, verilen öğütten pay alıp almamasının, iyiliği emreden mümin açısından bir sorumluluğu yoktur. Allah bir ayetinde "Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir." (Kasas Suresi, 56) sözleriyle bu gerçeğe dikkat çekmekte ve insanların doğruyu görebilmelerinin ancak Allah'ın dilemesiyle gerçekleşebileceğini hatırlatmaktadır. Bu nedenle müminler birbirlerine iyiliği emredip kötülükten men etmeye çalışırken bunu Allah'tan isteyerek yapar ve sonucu da her ne olursa olsun buna teslim olurlar. Ancak elbette ki samimiyetin getirdiği güzellikleri ve gerçek mutluluğu tüm insanların öğrenip yaşamasını da en içten şekilde arzu ederler.

Aksi bir hayatın dışarıdan normal gözükse bile içten içe insanı kemiren, huzursuzluk ve sıkıntı veren azaplarla dolu olduğunu çok iyi bilirler. Söz konusu kişilerin içlerinde yaşattıkları bu çirkin fikir ve ruh halini saklamak için maddi ve manevi eziyet içinde olduklarını unutmazlar. Bu nedenle karşılarındaki bir insanda az da olsa bir samimiyetsizlik hissederlerse, onu herhangi bir şekilde yargılamadan, sadece Kuran ahlakına davet ederler. Her türlü gizli azap ve sıkıntının, huzursuzluk ve mutsuzluğun tek çözümünün Allah'ın razı olacağı bir ahlakı yaşamak olduğunu en güzel şekilde hatırlatırlar.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Kış Uykusuna Yatan Kurbağalar Neden Donmazlar?


Bazı canlılar soğuk havalara kış uykusuna yatarak dayanıklılık gösterirler. Peki bu canlılar donmamayı nasıl başarırlar?

Bazı kurbağaların kış uykusu sırasında vücutlarında buz kristalleri oluştuğu keşfedilmiştir. Bu kurbağalardan gri ağaç kurbağası ve ilkbahar kurbağası gibi türlerin hepsi, kışları don olaylarının görüldüğü coğrafi bölgelerde yaşarlar. Kış uykusuna yattıklarında bu canlılarda hiçbir hayat belirtisi görülmez. Kalp atışları, nefes alışverişleri ve kan dolaşımları tamamen durur. Buz, kurbağanın derisini, karnını ve kas liflerini tamamen kaplar. Öyle ki aort damarı kesildiğinde dahi kurbağalarda herhangi bir kanama olmaz, kalp ve diğer hayati organlar soluk bir renk alır. Kol ve bacaklar sert,gözler ise pusludur. Buzlar çözüldükten sonra görülen ilk hayat işareti kalbin tekrar atmaya başlamasıdır. Hayvan ilk önce seri haldenefes alıp verir.

Ağaç kurbağası ve diğer canlılardaki en önemli özellik bol miktarda glikoz üretebilmeleridir. Glikoz, donmuş kurbağanın vücudunda oldukça önemli bir göreve sahiptir. Örneğin hücrelerden su çekilmesini önler, bu sayede büzülme olayı da engellenmiş olur. Böylece kurbağanın hücreleri bu donma olayından hiçbir zarar görmezler.

“Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir.” (Bakara Suresi, 117)

İnkarcılara bolluk verilmesinin sırları


Dünya üzerinde, Allah'a inanmadığı halde bolluk ve nimet içinde yaşayan, bereketli topraklar, sağlıklı çocuklar sahibi olan, uzun ömür sürmüş ve halen de sürmekte bulunan birçok insan vardır. Bu insanlar sahip olduklarıyla Allah'ı razı etmek yerine şımarmakta, bunlarla Rabbimiz'in rızasını aramak yerine, Allah'tan uzaklaşmaktadırlar. Her geçen gün küfürleri artan ve durmadan günah toplayan bu insanlar, sahip olduklarının kendileri için hayır olduğunu zannederler. Oysa Allah Kuran'da bu insanlara verdiği nimetlerin ve tanıdığı sürenin hikmetini ve sırlarını şu ayetlerle açıklamaktadır:

Onların malları ve evlatları seni imrendirmesin; Allah bunlarla, ancak onları dünyada azablandırmak ve canlarının onlar inkar içindeyken zorluk içinde çıkmasını istiyor. (Tevbe Suresi, 85)

O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar, Biz onlara, ancak günahları daha da artsın diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azab vardır. (Al-i İmran Suresi, 178)
Artık sen onları, belli bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak. Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla Biz onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz)? Hayır, onlar şuurunda değiller. (Mü'minun Suresi, 54-56)

Ayetlerde açıklandığı gibi söz konusu insanların sahip oldukları nimetler onlar için hayır değildir. Onlara tanınan süre günahlarının daha da artması içindir. Vakitleri dolduğunda ise ne malları, ne çocukları, ne makamları onları acı bir azaptan kurtaramaz. Nitekim, Allah Meryem Suresi'nde daha önceki insan nesillerinde de varlık ve bolluk içinde yaşayan, ancak bu nimetlerin kendilerini azaptan kurtaramadığı kavimlerin durumunu bildirmiştir:

Onlardan önce nice insan- nesillerini yıkıma uğrattık, onlar mal (giyim, kuşam ve tefriş) bakımından da, gösteriş bakımından da daha güzeldiler. (Meryem Suresi, 74)

Aynı ayetin devamında ise, bu insanlara süre tanınmasının sırrı şöyle açıklanmıştır:

De ki: "Kim sapıklık içindeyse, Rahman (olan Allah), ona süre tanıdıkça tanır; kendilerine va'dedileni -ya azabı veya kıyamet saatini- gördükleri zaman artık kimin yeri (makam, mevki) daha kötü, kimin askeri- gücü daha zayıfmış, öğreneceklerdir. (Meryem Suresi, 75)

Allah, sonsuz adaletli ve merhametlidir. Herşeyi bir hikmet ve hayır ile yaratır ve her insan yaptığının karşılığını eksiksiz olarak alır. Bunu bilen müminler, çevrelerinde gerçekleşen her olaya Allah'ın yarattığı hikmet ve hayrı görmek niyetiyle bakarlar. Aksi takdirde, insanlar gerçeklerden uzak, aldatıcı bir dünya yaşarlar.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Kuşkulardan ve vesveseden kurtulabilmenin sırrı


İman eden kulların üzerinde şeytanın bir etkisi olmamakla birlikte, kimi zaman şeytan iman edenlere de yaptıkları bir işte, işledikleri bir amelde vesvese vermeye çalışabilir.

Allah'ın Kuran'da bildirdiği önemli bir sır da insanın kendisine gelen vesveseden nasıl kurtulacağıdır. Bu, Allah'tan korkan ve cenneti umut eden müminler için çok önemli bir konudur. Çünkü vesvese şeytanın insanları Allah'ın yolundan uzaklaştırmak, onları boş ve amaçsız işlerle uğraştırarak vakitlerini almak amacıyla fısıldadığı yanıltıcı sözlerdir. Şeytan bu yolla insanlara, hüzün, korku sıkıntı vermeye, aralarını açmaya, Allah, Kuran ya da din hakkında kuşkuya düşürmeye çalışır. Hak olmayan konularda insanları uzun ve olmadık kuruntulara düşürür. Kuran'da şeytanın vesvese verme özelliğini anlatan ayetlerden bazıları şöyledir:

"Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah'ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim." Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır."

(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez. (Nisa Suresi, 119-120)

Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir. (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar) (Nas Suresi, 5)

Şeytanın müminlere fısıldadığı kuruntular ne olursa olsun, Allah'ın gösterdiği yola uyduklarında, şeytan onları oyalayamayacaktır. Allah, şeytana karşı müminlere şunu hatırlatır:

Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 200-201)

Ayette görüldüğü gibi, müminler şeytandan gelen vesveselere karşı çok dikkatlidir. Uzun uzun oturup ondan gelen vesveseleri düşünerek vakit kaybetmez, söz konusu vesveselerle Allah'ın razı olmayacağı, bir mümine yakışmayacak sıkıntılı, hüzünlü korkulu bir ruh haline girmezler. Bir sıkıntı, Kuran'a uygun olamayan bir düşünce hissettiklerinde hemen düşünürler. Bunun Allah'ın hoşnut olmayacağı şeytandan gelen bir vesvese olduğunu anlarlar. Hemen Allah'ı ve Kuran ayetlerini düşünerek şeytanın fısıldamalarından kurtulurlar.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

MÜMİNLERİN YÜZÜNDE NUR, İNKARCILARIN YÜZÜNDE ZİLLET OLUR

İmanın ve inkarın insanların yüzlerine ve derilerine yansıması Allah'ın Kuran'da bildirdiği sırlardan başka bir tanesidir. Allah birçok ayetinde iman edenlerin yüzlerinde bir nur, inkarcıların yüzlerinde ise karanlık bir zillet olduğunu bildirir:

Onları görürsün; zilletten başları önlerine düşmüş bir halde, ona (ateşe) sunulurlarken göz ucuyla sezdirmeden bakarlar... (Şura Suresi, 45)

Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi, 26-27)

Allah'ın bu ayetlerde bildirdiği gibi, inkarcıların yüzünde zillet ve bir karartı vardır. Buna karşın müminlerin yüzleri ise nurludur. Allah onların, yüzlerindeki secde izinden tanındıklarını bildirir:

Muhammed, Allah'ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir... (Fetih Suresi, 29)

Allah başka ayetlerinde de inkarcıların ve suçluların simalarından tanındıklarını bildirir:

(Çünkü o gün) Suçlu-günahkarlar, simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar. (Rahman Suresi, 41)

Eğer Biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. Andolsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın. Allah, amellerinizi bilir. (Muhammed Suresi, 30)

Bir insanın imanına veya suçlu bir günahkar olmasına göre yüzünde fiziksel değişiklikler meydana gelmesi Allah'ın büyük bir mucizesi ve Kuran'da bildirdiği önemli bir sırdır. Manevi hisler, fiziksel olarak bedende etki meydana getirmekte, o insanın tüm hatları aynı kalmasına rağmen yüzündeki ifadesi değişmekte, yüzüne bir aydınlık veya karanlık gelmektedir. Çevresine iman gözüyle bakan bir insan, Allah'ın insanlarda meydana getirdiği bu mucizesini eğer Allah dilerse görebilir.

16 Ağustos 2011 Salı

ALLAH İNKAR EDENLERİN ANLAYIŞLARINI KAPATIR

Bize Allah'ın Kuran'da bildirdiği sırların en önemlilerinden biri bazı insanların Kuran'ı anlayamamalarıdır. Bu aslında çok büyük bir sırdır. Çünkü Kuran çok açık, çok anlaşılır bir kitaptır. Dileyen her insan Kuran'ı okuyabilir, Allah'ın emirlerini, beğendiği ahlakı, cennet ve cehennemin özelliklerini ve elinizdeki bu kitabın konusu olan birçok sırrı Kuran'dan öğrenebilir. Ancak, Allah'ın yarattığı bir hikmet olarak insanların bir kısmı çok açık olmasına rağmen Kuran'ı anlayamamaktadır. Üstelik bu insanlar, atom mühendisi, biyoloji profesörü olabilmekte, fizik, kimya, matematik gibi en zor bilim dallarını çok iyi anlayabilmekte, dahası budizmi, hinduizmi, şintoizmi, materyalizmi, komünizmi kavramakta, ama Kuran'ı anlayamamaktadırlar. Kuran dışı sistemlerin karmaşık yapılarını hayatlarına geçiren insanlar, Allah'ın apaçık ve kolay dinini bir türlü kavrayamamakta, en açık konuları bile çözememektedirler.

Böylece en kolay olanı anlayamamalarıyla kendileri üzerinde önemli bir mucize tecelli etmektedir. Allah, onların bu kadar şiddetli bir anlayış ve kavrayış eksikliğine sahip olduklarını göstererek, bazı insanların farklı bir yaratılışta olduğunu açıklamaktadır. Öte yandan bu, bütün insanların kalplerinin, akıl ve anlayışlarının tamamıyla Allah'ın kontrolünde olduğunun bir delilidir. Çünkü Allah büyüklüğe kapılan, yani Allah'a boyun eğmeyen kişilerin kalplerini, kavrayışlarını kapatacağını söylemektedir. Kuran'ın dışında herşeyi anlayıp, sırf Kuran'ı anlayamamaları Allah'ın onları ayetlerinden engellediğini, samimiyetsizliklerinden ötürü onları Kuran'dan uzak tuttuğunu göstermektedir. Allah'ın Kuran'da bu konuyla ilgili olarak bildirdiği ayetlerden bazıları şöyledir:


Kur'an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık. Ve onların kalbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kuran'da sadece Rabbini "bir ve tek" (ilah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler." (İsra Suresi, 45-46)

Onlardan seni dinleyenler vardır; oysa Biz, onu kavrayıp anlamalarına (bir engel olarak) kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık. Onlar, hangi 'apaçık-belgeyi' görseler, yine ona inanmazlar. Öyle ki, o inkar etmekte olanlar, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek: "Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir" derler. (Enam Suresi, 25)

Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar. (Kehf Suresi, 57)

Ayetlerde de görüldüğü gibi, inkar edenlerin ayetleri anlayamamalarının sırrı Allah'ın kavrayışlarını kapatmasıdır. Allah, inkar etmelerinden dolayı bu insanların kalplerini mühürlemiştir; böylece Kuran'ı anlayamazlar. Bu aynı zamanda Allah'ın büyüklüğünü, her insanın kalbinin, düşüncelerinin hakimi olduğunu gösteren büyük bir mucizedir de.

14 Ağustos 2011 Pazar

ALLAH HER İNSANIN DUASINI KABUL EDER


Sonsuz merhamet, şefkat ve güç sahibi olan Allah, Kuran'da insanlara çok yakın olduğunu, Kendisi'ne dua ederek bir şey istediklerinde onların dualarını kabul edeceğini bildirir. Bu konuyla ilgili ayetlerden biri şöyledir:

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)

Allah, ayetinde de bildirdiği gibi her insana çok yakındır, her insanın dileğini, içinden geçirdiklerini, düşündüklerini, bir dostuna söylediklerini, fısıldaşarak konuştuklarına, hatta bilinçaltında taşıdıklarına kadar bilir. Dolayısıyla, Allah Kendisi'ne yönelip dua eden, Kendisi'nden istekte bulunan herkesi duyar ve bilir. Bu, insanlar için çok büyük bir nimet ve Allah'ın rahmetinin, merhametinin ve sonsuz gücünün bir göstergesidir.

Allah, sonsuz bir güç ve ilme sahiptir. Allah, tüm evrende var olan herşeyin sahibidir. En güçlü gibi görünen insanlardan en büyük zenginliklere, en ihtişamlı gök cisimlerinden toprağın derinliklerinde yaşayan küçücük bir hayvana kadar canlı cansız her varlık Allah'a aittir ve Allah'ın irade ve idaresi altındadır.

Bu gerçeğe iman eden bir insan, Allah'tan herşeyi isteyebilir ve Allah'ın duasını kabul etmesini umabilir. Örneğin amansız gibi görünen bir hastalığa yakalanan bir insan, elbette ki tüm tıbbi tedbirlere başvuracaktır. Ancak, şifayı verenin Allah olduğunu bilerek, Allah'a sağlığı için dua eder. Veya içinde bir tür korku ya da endişe duyan bir insan, Allah'ın kalbine ferahlık vermesi ve onu tüm korkularından kurtarması için dua edebilir. İşinde karşısına zorluklar çıkan bir insan, Allah'ın işlerini kolaylaştırması, zorluklarını gidermesi için Allah'a yönelebilir. İnsan bunlar gibi saymakla bitmeyecek kadar çok konuda Allah'tan istekte bulunabilir. Allah'ın hidayetini artırması, onu cennette salihlerle birlikte sonsuza dek ağırlaması, cenneti, cehennemi, Allah'ın gücünü daha iyi kavrayıp anlamak için kavrayışını artırması, zenginliğinin artması gibi...

Ancak, bu noktada belirtilmesi gereken ve Kuran'da bildirilen bir sır daha vardır. Allah bir ayette, "İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir." (İsra Suresi, 11) şeklinde bildirmektedir. Örneğin, bir insan çocuklarının geleceği için Allah'tan büyük bir mülk ve zenginlik isteyebilir. Ancak Allah onun bu isteğinde bir hayır görmeyebilir. Belki de zenginlik çocuklarının azgınlaşıp şımarmalarına neden olacaktır. Allah, bu insanın duasını duyar ve onun duasına en hayırlı şekilde karşılık verir. Veya bir insan bir yere bir an önce ulaşmak için dua eder. Ama belki de kendisi için oraya daha geç gitmesi ve biriyle karşılaşarak ondan ahiretine fayda getirecek şeyler öğrenmesi daha hayırlıdır; işte Allah bunu bilir ve bu kişinin de duasına yine en hayırlı olacak şekilde icabet eder. Yani Allah o insanı işitir, ama duasında onun için bir hayır görmüyorsa, onun için en hayırlı olanı yaratır. Bu, çok önemli bir sırdır.

Bu sırrı bilmeyenler, Allah'a dua ettikten sonra duaları gerçekleşmediğinde, Allah'ın kendilerini duymadığını zannederler. Bu, çok sapkın ve cahilce bir inanıştır. Çünkü Allah insana şah damarından daha yakındır. (Kaf Suresi, 16) O, insanın her konuşmasından, her düşüncesinden, hayatının her anından haberdardır. İnsan uyurken bile, Allah onun her halini, rüyasında gördüklerine kadar bilir. Bunların tümünü yaratan Allah'tır. Dolayısıyla, insan Allah'a her dua ettiğinde Allah'ın duasını bir ibadet olarak kabul ettiğini bilmeli ve duasına kendisi için en hayırlı zamanda ve en hayırlı şekilde karşılık verileceğine iman etmelidir.

Dua, her insan için çok kıymetli bir ibadet ve büyük bir nimettir. Çünkü Allah, insana dua aracılığı ile Allah'ın hayırlı ve güzel gördüğü herşeye erişme imkanı vermiştir. Allah, "De ki: Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?…" (Furkan Suresi, 77)ayetiyle duanın insanlar için önemini bildirmektedir

12 Ağustos 2011 Cuma

Basit İnsanlar Kolay Öfkelenir


Öfke ve gerginlik genellikle menfaat çatışmalarında ortaya çıkar. Basit karaktere sahip insanların birçoğu çıkarlarına zarar geleceğini düşündükleri durumlarda asabileşir ve birdenbire her zamanki karakterlerinin dışına çıkarak bambaşka bir görünüme bürünürler. Öfke; sakin, umursuz, şakacı veya ağırbaşlı bilinen bir insanı birdenbire tanınmayacak hale getirerek son derece katı ve acımasız yapabilir. Ancak bunu yapabilmesi için, o insanın iradesinin ve vicdanının zayıf, Allah'ı unutmuş ve nefsine karşı zaafa düşmüş basit bir insan olması gerekir.

Bu kişilerin öfkelerini belli etmek için kullandıkları yüzlerce farklı yöntemleri vardır. Soru soran bir kişiye bir müddet sustuktan sonra cevap vermek, imalı konuşmalar yapmak, sürekli şikayet ederek aksilik çıkarmak, gülünecek ortamlarda gülmemek, surat asmak, konuşmalara katılmamak, hızlıca kapı çarpmak, bir eşyayı yere vurmak gibi yöntemler bunlardan sadece bazılarıdır. Bu öfkeli tavırların ve imaların hepsi de basitlikten kaynaklanır ve hiçbirinin din ahlakında yeri yoktur. Çünkü insanın başına gelen her olay Allah'ın kontrolünde gerçekleşir. Hayatımızın her dakikası ve her saniyesi Allah'ın hükmü iledir. Bu nedenle insanın kendisini kaybedip, öfkeye kaptıracağı bir durum yoktur. Kırılan değerli bir antika, kaybolan bir çanta, yanlışlıkla çöpe atılan önemli bir evrak, yapılan bir kaza, ağızdan çıkan yanlış ya da kırıcı bir söz gibi insanın hayatı boyunca karşılaşabileceği ve aksilik gibi düşündüğü tüm olaylar aslında Allah'ın yaratmış olduğu kaderin bir parçasıdır. Sonsuz akıl sahibi olan Rabbimiz bunların tümünü iman eden samimi kulları için hayır olarak yaratmıştır.

Yürürken ayağı burkulan, önemli gördüğü bir randevuya yetişemeyen, işinden çıkarılan, hakkında hiç aslı olmayan bir dedikodu yayılan, yıllarca gece gündüz çalıştığı halde üniversite sınavını kazanamayan insanların, bu olaylara öfkelenmek yerine önce şunu düşünmesi gerekir. Bu olayların hiçbiri tesadüf eseri gerçekleşmemiştir. Samimi bir Müslüman için bunların tümü hayra vesile olacak olaylardır ve hepsi bir hikmet üzere yaratılmıştır.

Basit karakterli insanlar ise sık sık kaderi unuttukları için, çıkarlarına aykırı gibi görünen bir olayın da Allah'ın kontrolünde olduğunu o an düşünemezler ve hemen öfkeye kapılırlar. Ancak müminler, herhangi bir olumsuzluk karşısında buna sebep olan insana karşı öfke duyacak olsalar bile öfkelerini yenerler. Allah'a güvenir ve bu olayın hayrını görmeyi dilerler. Karşılarındaki kişiyi Allah'ın yönlendirdiğini unutmazlar. Bilirler ki öfkesine yenilmek, gerginliğe düşmek, kırıcı konuşmalar yapmak, asabi tavırlar sergilemek sığ düşünce yapısına sahip basit insanlara ait tavırlardır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmuştur:

Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Al-i İmran Suresi, 134)

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Bütün sıkıntıların kesin çözümü...

Dünyanın dört bir yanında yaşayan milyarlarca insanın her biri farklı hayatlar yaşamaktadır. Ancak hepsinin de, kendilerince çeşitli beklentileri, sorunları ya da sıkıntıları vardır. Ve elbetteki her birinin sıkıntısı, beklentisi ya da isteği birbirinden tümüyle farklıdır.Fakat tüm bu farklılıklara rağmen, bu insanların büyük çoğunluğunun içerisine düştüğü ‘hayati yanılgı’ aynıdır. Konu her ne olursa olsun, insanlar yaşadıkları sorunların çözülmesi, isteklerinin gerçekleşmesi ya da sıkıntılarının son bulması için, ‘mutlaka belirli şartların oluşması gerektiğine’ inanırlar. Ve bu şartlar oluştuğunda da, istedikleri sonuca ‘kesin olarak kavuşacaklarını’ düşünürler.
Kuşkusuz ki dünya hayatı, -Allah'ın yarattığı adetullah gereği- belirli sebeplere bağlı olarak yaşanmaktadır. Örneğin bir kariyer hedefi olan bir insanın, bu yönde emek vermesi, çalışması, kendisini geliştirmesi, tecrübe kazanması ya da belirli bir alanda tahsil yapması gerekir. Bu sebeplere sarılmadan, hiçbir çaba harcamadan oturduğu yerde kariyer sahibi olmasını beklemesi, elbetteki sonuç vermeyecektir. Ya da ciddi bir hastalığı olan bir insanın, hiçbir tedavi görmeden, uzmanlara danışmadan, sadece bekleyerek hastalığının geçmesini düşünmesi mantıklı değildir. Mutlaka Allah'ın kendisine verdiği aklı, bilgiyi ve tecrübeyi kullanarak gereken her türlü tedbiri alması gerekir.

Ancak her insanın, her bir sorunu için aldığı onca tedbirin, peşinden koştuğu onca detayın arasında unutmaması gereken çok önemli bir gerçek vardır: Evet, sebeplere uyulması elbetteki çok hayati derecede önemlidir. Bu, Allah'ın insanlara gösterdiği bir yoldur. Ancak Allah'ın yaratması, asla sebeplere bağlı değildir. Allah dilediği an, dilediği kişi için, dilediği sonucu o anda yaratır. İşte insanın onca karmaşa, telaş ve koşuşturma içerisinde asla gaflete düşmemesi gereken gerçek budur. Sonucu yaratacak olan Allah'tır. Beklentileri, istekleri gerçekleştirecek olan Allah'tır. Sıkıntıları kaldıracak, bunun yerine nimet yaratacak olan da yine yalnızca Allah'tır.

Dolayısıyla sorunlar, acılar, zorluklar, beklentiler ya da istekler birbirinden ne kadar farklı olursa olsun, dünyanın dört bir yanındaki tüm insanların sıkıntılarının çözümü tektir. Çözüm Allah'a yönelmek, Allah'ı çok sevip Allah'a güvenip herşeyi Allah'tan istemektedir. Olayların içinde kaybolup bir çıkış yolu aramaktansa, o olaydan dışarı çıkıp, onu Allah'a bırakmaktadır.

Unutmamak gerekir ki, Allah bir kimseyi severse, onu dilediği herkese sevdirir.

Allah bir kimseye rahmetini, nimetini açarsa; Allah tüm dünyada, tüm insanlarda ona karşı rahmetiyle ve nimetiyle tecelli eder.
Bir insan Allah'ın koruması altında olursa, kimse ona zarar vermeye güç getiremez.

Allah bir kimseye mutluluk, neşe, huzur, bereket verirse, hiçbir şey ya da hiçbir insan, bunları engellemeye güç yetiremez.

Allah bir insanın yolunu açarsa, bir kişiye kolaylık dilerse, hiç bir olay ya da hiçbir insan bu yolu kapayamaz.

Dünya üzerinde her nereye gidilirse gidilsin, Allah'tan bağımsız, canlı cansız hiçbir varlık yoktur. Herşey ve herkes Yüce Rabbimiz'e boyun eğmiştir. Her biri, her an Allah'ın emrine uymakta ve Rabbimiz'in buyruğunu yerine getirmektedir. İşte, dünyanın en büyük sorunlarıyla, acılarıyla ya da sıkıntılarıyla yüzleşen bir insanın dahi, bu kesin ve değişmez gerçeği asla unutmaması gerekir.

Bir insan bu gerçeği bildiği ve bu gerçeğe inanarak yaşadığı takdirde; sorunlar, konular her ne olursa olsun, çözümün tek bir noktada kesiştiğini görecektir. Allah'a teslim olup Allah'ı dost ve vekil edinmekten, Allah'a güvenmekten, Allah'tan yardım istemekten ve Allah'ın en güzelini yaratacağından emin olmak, herşeyin tek ve kesin çözümüdür.

Elbetteki insan fiili olarak elinden gelen her yolu deneyecek, tüm sebeplere sarılacak, gücünün yettiği en fazla çabayı harcayacaktır. Ama bunların sadece birer dua mahiyetinde olduğunu asla unutmayacak ve çözümün yalnızca Allah'a yönelmek olduğunu bilecektir.

Allah Kuran'da pek çok insanın zaman zaman gaflete düştüğü bu önemli gerçeği kullarına şöyle hatırlatmaktadır:

Gökten yere her işi O evirip düzene koyar... (Secde Suresi, 5)

"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)" (Hud Suresi, 56)

Allah sana bir zarar dokunduracak olsa, O'ndan başka bunu senden kaldıracak yoktur. Ve eğer sana bir hayır isterse, O'nun bol fazlını geri çevirecek de yoktur. Kullarından dilediğine bundan isabet ettirir. O, bağışlayandır, esirgeyendir. (Yunus Suresi, 107)

... Sizin Allah'ın dışında veliniz yoktur, yardım edeniniz de yoktur. (Ankebut Suresi, 22)

Allah'a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter. (Ahzab Suresi, 3)

Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 173)

... Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır... (Bakara Suresi, 256-257)

Kim ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü (kendini) Allah'a teslim ederse, artık gerçekten o kopmayan bir kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah'a varır. (Lokman Suresi, 22)

Geri dönerlerse, bilin ki gerçekten Allah, sizin mevlanızdır. O, ne güzel mevladır ve ne güzel yardımcıdır. (Enfal Suresi, 40)

... Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın, sizin Mevlanız O'dur. İşte, ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı. (Hac Suresi, 78)

8 Ağustos 2011 Pazartesi

KARACİĞERİN DEV BİR LABORATUVAR OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUNUZ?

Tam teşekküllü, son teknoloji ile donatılmış bir laboratuvarın kendi kendine oluşabileceğini kimse iddia etmez.

Ama evrimciler karaciğerde yer alan eşsiz laboratuvar kompleksinin kendi kendine oluştuğuna inanır ve bunu delil olmadan savunurlar. Çünkü Darwinizm insanların akıllarını örten bir büyü, batıl bir dindir.

Karaciğerinizin tek bir hücresinde 500 farklı kimyasal işlem gerçekleştirilir.Milisaniyeler (saniyenin binde biri) içinde kusursuz aşamalarla gerçekleşen bu işlemlerin çoğu laboratuvar koşullarında hala taklit edilememektedir.

Karaciğer hücresi, yediğimiz besinlerin hepsini hücrelerimizin kullanabileceği enerji olan şekere, yani glukoza çevirir. Kullanılmayan şekeri yağa çevirip depolar.

Şekerin yokluğunda ise proteinleri ve yağları şekere çevirip hücrelere sunar.

Kısacası biz, canımızın istediği her türde yiyeceği yerken, karaciğer bütün bu yiyecekleri vücudumuzun gereksinimine göre harcar, dönüştürür veya depolar.

Ve ilk insandan bu yana trilyonlarca karaciğer hücresi aynı şuur ve ilimle hiç şaşırmadan hareket etmektedir.

O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.
(Haşr Suresi, 24)

7 Ağustos 2011 Pazar

Hz. İbrahim'in Duaları

Kuran'da peygamberlerin dualarını haber veren birçok ayet bulunmaktadır. Bu dualar Allah'a yakınlaşmak için vesile arayan Müslümanlara çok hikmetli birer örnektir. Peygamberlerin samimi ve ihlaslı dualarını öğrenmek, bu duaları eden mübarek elçilerin üstün ahlaklarını ve manevi derinliklerini anlamaya çalışmak ve Allah'a aynı samimiyetle dua etmek, insanın Allah'a olan yakınlığının artmasında önemli bir yoldur.

Hz. İbrahim'in Kuran ayetlerinde haber verilen içten duaları da tüm Müslümanlar için çok güzel hikmetler içermektedir. İbrahim Peygamber Allah'ı, "... Şüphesiz Rabbim gerçekten duayı işitendir." (İbrahim Suresi, 39) şeklinde yüceltmiş ve kavmine söylediği şu sözlerle duanın önemine dikkat çekmiştir.

"Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım." (Meryem Suresi, 48)

Hz. İbrahim Allah'tan hüküm ve hikmet istemiş, salihlerin arasına katılmak için şöyle dua etmiştir:

"Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat." (Şuara Suresi, 83)

Hz. İbrahim Allah'tan doğruluk dili istemiştir:

"Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisan-ı sıdk) ver." (Şuara Suresi, 84)

Hz. İbrahim ahiret hayatı için şöyle dua etmiştir:

"Beni nimetlerle-donatılmış cennetin mirasçılarından kıl. Babamı da bağışla, çünkü o şaşırıp sapanlardandır. Ve beni (insanların) diriltilecekleri gün küçük düşürme. Malın da, çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde. Ancak Allah'a selim bir kalp ile gelenler başka." (Şuara Suresi, 85-89)

Hz. İbrahim Rabbimizden şu şekilde bağışlanma dilemiştir:

"Rabbimiz, inkar edenler için bizi fitne (deneme konusu) kılma ve bizi bağışla Rabbimiz. Şüphesiz Sen, üstün ve güçlüsün, hüküm ve hikmet sahibisin." (Mümtehine Suresi, 5)

"Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne-babamı ve mü'minleri bağışla." (İbrahim Suresi, 41)

Hz. İbrahim kendisinden sonra dini ayakta tutacak salih bir varis istemiştir:

"Rabbim, bana salihlerden armağan et." (Saffat Suresi, 100)

Hz. İbrahim kendi soyu için dua etmiştir:

"Rabbim, beni namazı(nda) sürekli kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz, duamı kabul buyur." (İbrahim Suresi, 40)

Hani İbrahim şöyle demişti: "Bu şehri güvenli kıl beni ve çocuklarımı putlara kulluk etmekten uzak tut." (İbrahim Suresi, 35)

İçinde bulunduğu şehri güvenlikli kılması ve inananları rızıklandırması için Allah'a dua etmiştir:

Hani İbrahim: "Rabbim, bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır" demişti de (Allah: "Sadece inananları değil) inkar edeni de az bir süre yararlandırır, sonra onu ateşin azabına uğratırım; ne kötü bir dönüştür o" demişti. (Bakara Suresi, 126)

Bir iş yaparken, Allah'ın bunu kendisinden kabul etmesi için dua etmiştir:

İbrahim, İsmail'le birlikte Ev'in (Kabe'nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): "Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin." (Bakara Suresi, 127)

Allah'tan kendisini ve soyunu O'na teslim kılmasını, ibadet yöntemlerini göstermesini, tevbelerini kabul etmesini istemiştir:

"Rabbimiz, ikimizi sana teslim olmuş kıl ve soyumuzdan Sana teslim olmuş bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin." (Bakara Suresi, 128)

"Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara ayetlerini okusun, Kitab'ı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz, Sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet sahibisin." (Bakara Suresi, 129)

Hz. İbrahim Allah'a samimi bir kalple bağlıdır ve ahiret gününe de kesin bilgi ile iman etmektedir. Bu sebeple dualarındaki ihlası, samimiyeti, teslimiyeti açıkça hissedilmektedir. Müminler de Rabbimize dua ederlerken kendilerine Hz. İbrahim'in Allah'a olan derin bağlılığını, samimiyetini ve ihlasını örnek almalı, tek dost ve yardımcı olarak sadece Rabbimize yönelmelidirler

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Hz. İbrahim'in Fikri Mücadelesi

Hz. İbrahim'in kavmi inkarda direnen zorba bir topluluktu ve ayetlerde de bildirildiği üzere bu kıymetli insanla kendilerince tartışmaya girmeye çalışmışlardır. Hz. İbrahim ise, başına gelen her olayda büyük bir sabır göstermiş, Allah'ı vekil tutup O'na hamd ederek üstün bir ahlak göstermiştir. Hz. İbrahim kavmine tebliğ yaparken daima tüm somut delilleri ortaya koymuş, Allah'ın ona bahşettiği üstün hikmet sayesinde en etkili örnekleri vermiş ve son derece ikna edici bir yöntem kullanmıştı. O, Allah'ın hoşnut olacağı gibi bir ahlak göstermiş, insanlara her zaman şefkatle ve merhametle yaklaşmıştı.

Hz. İbrahim uyguladığı planla, karşısındaki putperest topluluğun batıl inancının tüm temel dayanaklarını ortadan kaldırmıştır. Bu sapkın inançların en ufak bir akli temeli olmayan, mantıkla çelişen, Allah'ın vahyine aykırı bir inanış olduğunu delillendirmiştir.
Kavmi ve özellikle de babası Azer ise, Hz. İbrahim'e karşı zorba yöntemler kullanmak istemiştir. Oysa Hz. İbrahim sadece fikri bir çalışma yapmış, inkar edenlere karşı fikri bir mücadele yürütmenin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Karşısındakiler onu taşlamak, evinden sürmek ve hatta öldürmek istemiş, ama o kavminin zorbalıklarına güzellikle karşılık vermiştir. Bu, Allah'ın Kuran'da da iman edenlere emrettiği üstün bir ahlak özelliğidir:

İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)

Hz. İbrahim tevekkül etmiş, kavminin düşmanca tavrı karşısında her zaman Allah'a olan güçlü imanı, samimiyeti, teslimiyeti, ihlası ona güç vermiş, Allah'ın varlığını anlatmak için çok etkili yöntemler geliştirmiştir. Hayatı boyunca çok büyük bir kararlılık ve şevkle inkar edenlere karşı fikri mücadele yürütmüş ve Allah'ın rızası, rahmeti, cenneti dışında hiçbir karşılık beklememiştir.

Şunu hiç unutmamak gerekir ki, herkesin iman ettiği ve Allah'ın rızasına göre yaşadığı bir toplum içinde iman etmek daha kolaydır. Bu toplumda insan, çevresindeki kişilerin hayatlarını gözlemleyerek doğru yolu kolaylıkla bulabilir. Ancak imansızların, Allah'ı inkar edenlerin sayıca çok olduğu bir ortamda iman etmek, Allah'ın razı olacağı gibi bir yaşam sürmek daha ciddi bir kararlılık gerektirir ve dolayısıyla daha makbul olabilir. (En doğrusunuAllah bilir.) İşte Hz. İbrahim de bu yönüyle Allah'ın insanlara üstün kıldığı kutlu bir peygamberdir.

Günümüzde bazı kişiler, çevrelerindeki insanların bir kısmının Allah'ın varlığını inkar etmesi ve Kuran ahlakının dışında yaşam sürmesinden dolayı ümitsizliğe kapılmakta, Allah'ın rızasını kazanma yönündeki şevklerini yitirmektedirler. Oysa Müslüman, bütün dünya inkar etse dahi, Allah'a gönülden teslim olmakla, O'nun hoşnut olacağı gibi bir yaşam sürmekle yükümlüdür. Allah, "Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi." (Nahl Suresi, 120) ayetiyle Hz. İbrahim'in gerçek imanı tek başına yaşayabilen, sadece Allah'a yönelen bir kul olduğunu bildirmektedir. İşte bu nedenle de tüm iman edenlerin aynı Hz. İbrahim gibi kesin kararlılık gösterip, koşullar ne olursa olsun inkar edenlerin aldatmacaları ve tuzakları karşısında gevşekliğe kapılmamalıdırlar.

5 Ağustos 2011 Cuma

Bitkilerin Besin Değerini Hesaplayan Geyikler



Ren geyikleri sürekli hareket halinde olan canlılardır. Bu derece hareket halinde olmalarının nedeni ise besin aramalarıdır. Ren geyiklerinin temel besin kaynakları kolay sindirilebilen likenlerdir.Fakat likenler yavaş büyürler. Geyiklerin kışlık alanları genellikle likenlerin çok bol olduğu ve karın az bulunup besine kolay ulaşılanyerlerdir. Kışın bu özellikteki alanlara gidilir. Yazın ise yeni doğmuş yavruların sütle beslenebilmeleri için, ren geyiğinin protein ve minerallerle beslenip süt üretmesi gerekir. Likenlerde bu protein yoktur. Besinlerin özellikleri; bulundukları enleme, yüksekliğe ve toprağın özelliklerine göre değişir. Yüksek enlemdeki bitkiler, hem protein ve mineral bakımından zengin hem de kolay sindirilebilir özelliktedir. Ancak bu, her mevsim için geçerli değildir. Sadece yaz sezonunun başında bitkiler bu özellikleri taşırlar. Bunu biliyormuşçasına Rren geyikleri yazın başlamasıyla beraber bu alanlara giderler.

Yaz ilerledikçe bu bitkilerin besin değerleri de gittikçe azalır. Isı düşüp yerler karla kaplanmaya başladığında en uygun besin yine likenlerdir ve bu nedenle kışlık alanlara doğru geri göç başlar. Bu canlıların bir botanikçi, bir coğrafyacı gibi düşünüp, "hangi enlemde hangi bitki ne zaman yetişiyor?", "bu bitkinin içeriğini ne oluşturuyor?", "kendisinin hangi besin kaynağına ihtiyacı var" ve "o bölgeye ulaşmak için hangi yöne doğru gitmesi gerekiyor?" gibi
soruların cevaplarını bilmeleri imkansızdır. Fakat bu canlıların tamamı yaşamlarını sürdürebilmek için gerekli olan davranışları eksiksiz yerine getirmektedirler. Bu durum davranışlarının kendilerine sürekli olarak ilham edildiğini açıkça göstermektedir.

Yüce Allah yarattığı varlıkları sonsuz merhametiyle koruyandır. Bedenlerinin eksiksizce yaşam koşullarına uygun yaratılması dışında geyiklerin hareketlerini de Allah kesintisizce an an ilham etmektedir. Bu canlılar Allah'ın ilhamıyla yaşamlarını sürdürürler ve Allah'ın sonsuz kudretinin delillerinden yalnızca biridir:

"Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) Yaratan'dır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir." (Bakara Suresi, 117

3 Ağustos 2011 Çarşamba

İNCİL'DE ALLAH'IN BİRLİĞİ

Onların tartışmalarını dinleyen ve İsa'nın onlara güzel yanıt verdiğini gören bir din bilgini yaklaşıp ona, "Buyrukların en önemlisi hangisidir?" diye sordu. İsa şöyle karşılık verdi: "[Allah'ın buyruklarının] en önemlisi şudur: 'Dinle, ey İsrail!Allah'ımız Rab tek Rab'dir… Din bilgini İsa'ya, "İyi söyledin, öğretmenim" dedi. "'Allah tektir ve O'ndan başkası yoktur' demekle doğruyu söyledin." (Markos, 12:28-32)

... Allah birdir. (Pavlus'tan Galatyalılara Mektup, 3:20)

... Rab birdir. Çeşitli etkinlikler vardır, ama herkeste hepsini etkin kılan aynı Allah'tır. (Pavlus'tan Korintlilere 1. Mektup, 12:5-6)

Tek bir Allah vardır... (Pavlus'tan Timoteos'a 1. Mektup, 2:5)

İsa ona şöyle karşılık verdi: "... Allah'ın Rab'be tapacak, yalnız O'na kulluk edeceksin" diye yazılmıştır. (Matta, 4:10)

Kurtarıcımız Tek Allah'a yücelik olsun... (Yahuda'nın Mektubu, 1:24)

Sen Allah'ın bir olduğuna inanıyorsun, iyi ediyorsun.Cinler bile buna inanıyor ve [Allah korkusuyla] titriyorlar! (Yakup'un Mektubu, 2:19)

Sonsuz çağların Hükümranı, ölümsüz, göze görünmez tek Allah'a çağlar çağı onur ve yücelik olsun. (Pavlus'tan Timoteos'a 1. Mektup, 1:17)

Birbirinizi yücelten ve tek olan Allah'tan gelen yüceliği aramayan sizler, bana nasıl iman edebilirsiniz? (Yuhanna, 5:44)

İsa yola çıkarken, biri koşarak yanına geldi. Önünde diz çöküp ona, "İyi öğretmenim, sonsuz yaşama kavuşmak için ne yapmalıyım?" diye sordu. İsa ona, "... iyi olan tek biri var, O da Allah'tır." (Markos, 10:17-18)

... Biliyoruz ki put, dünyada gerçekte var olmayan bir şeydir ve birden fazla ilah yoktur... Bizim için tek Allah vardır: Herşeyin Kendisi'nden oluştuğu Allah. Bizler de O'nun için yaşamaktayız... (Pavlus'tan Korintlililere 1. Mektup, 8:4-6)

... Bir tek Allah'ınız var... (Matta, 23:9)

İsa, "Bana neden iyilik hakkında soru soruyorsun?" dedi."İyi olan yalnız biri var. Yaşama kavuşmak istiyorsan, O'nun [Allah'ın] buyruklarını yerine getir." (Matta, 19:17)

Yerde ya da gökte ilah diye adlandırılanlar varsa da... [Allah'ı tenzih ederiz] bizim için tek bir Allah vardır. O herşeyin kaynağıdır, bizler O'nun için yaşıyoruz. (Pavlus'tan Korintlilere 1. Mektup, 8:5)

... Rab bir, iman bir... Herşeyden üstün, herşeyle ve herşeyde olan herkesin Allah'ı... birdir. (Pavlustan Efeslilere Mektup, 4:4-6)

Her evin bir yapıcısı vardır, herşeyin yapıcısı ise Allah'tır. (İbranilere Mektup, 3:4)

2 Ağustos 2011 Salı

GEVŞEMEME, ÜZÜLMEME, HÜZNE KAPILMAMA

Mümin, Allah yolunda uzun ve zorlu bir mücadele yürütür. Karşısında çoğu kez kendisinden teknik olarak daha güçlü, daha kalabalık görünen din aleyhtarı vardır. Ancak yine de Allah, Kuran'ın yolunu izledikleri sürece, bu kişilere karşı müminleri üstün kılar.Bu başarının sırlarından biri, müminlerin asla gevşemeden, şevk ve heyecanla mücadelelerini sürdürmeleridir. İnkarcılar ise böyle olamazlar; dünyaya olan bağlılıkları, korkuları, zaafları, inançsızlıkları nedeniyle, bir zorluk karşısında moralleri bozulur ve gevşerler. Müminler ise Allah'ın ayetlerinde bildirdiği üzere kesin galip olacaklarını bilmenin verdiği şevkle ve Allah'ın kalplerini sağlamlaştırması sayesinde, gevşekliğe kapılmazlar. Kuran'da, iman edenlerin bu vasfı şöyle anlatılır:

Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever. (Al-i İmran Suresi, 146)

Ancak üstteki ayetten de anlaşıldığı gibi, müminlerin de gevşekliğe kapılmamak, mücadele azmini ayakta tutmak için Allah'a dua etmeleri gerekmektedir. Çünkü nefis, insanı gevşekliğe sürüklemeye çok eğilimlidir. Şeytan da bir yandan sürekli fısıldadığı vesveselerle aynı amaç için çalışır. Mümin topluluğunun arasına girmişolan ikiyüzlü münafıklar da, uygun ortam bulduklarında, aynı telkinlerde bulunurlar. Örneğin savaşsırasında Peygamberimizin ashabına "... Ey Yesrib (Medine) halkı, artık sizin için (burada) kalacak yer yok, şu halde dönün..." (Azhab Suresi, 13) diyenler gibi, ümitsizlik ve bozgun yaratmaya çalışırlar. Allah da tüm bu olumsuz etkenlere karşı müminleri uyarır:
"Öyleyse sen sabret; şüphesiz Allah'ın vaadi haktır; kesin bilgiyle inanmayanlar sakın seni telaşa kaptırıp-hafifliğe (veya gevşekliğe) sürüklemesinler." (Rum Suresi, 60) demişlerdir.

Mümin, Kuran ayetlerini ölçü alır, yalnızca kendinden sorumlu olduğunu bilirve başkalarının zayıf davranması onu etkilemez. Karşı tarafın gücü de onu hiçbir şekilde yıldırmaz. Tüm yaşamı Allah içindir ve dolayısıyla sonuna kadar da Allah rızası için ibadet etmeyi sürdürür. Allah ayetlerinde şöyle hükmetmektedir:

Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Al-i İmran Suresi, 139)

(Düşmanınız olan) Topluluğu aramakta gevşeklik göstermeyin. Siz acı çekiyorsanız, şüphesiz onlar da, sizin acı çektiğiniz gibi acı çekiyorlar. Oysa siz, onların umud etmediklerini Allah'tan umuyorsunuz. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 104)

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Zorlukların Kazandırdığı Manevi Güzellikler


Bir müminin dünya hayatında karşılaştığı sıkıntı ve zorluklar onun için çok kıymetli vakitlerdir. Çünkü bu anlarda gösterdiği ahlaka göre ahirette bir karşılık alacaktır. Ayrıca zorluklar Allah'ın iman edenlerle etmeyenleri birbirinden ayırdığı deneme zamanlarıdır. Birçok insan kendisinin Müslüman olduğunu, Allah'a ve ahiret gününe iman ettiğini, Kuran'a uyduğunu söyler. Ancak bu insanların büyük bir bölümü Allah yolunda herhangi bir zorlukla karşılaştıklarında hemen cayarlar. Örneğin ticaretinin kötüye gitmesinden korkan biri, insanlara Kuran ahlakını anlatmak için daha çok vakit harcaması gerekirken, bir anda sadece ticareti ile ilgilenmeye başlar. Ya da müminlerin refah içinde oldukları dönemlerde müminlerle birliktelerken, küçük bir zorluk çıktığında hemen geri dönerler. Örneğin bazı iman etmeyen çevreler müminlere iftira ile veya fiili olarak saldırdıklarında, bu vefasız insanlar bir anda cemiyet içindeki itibarlarını, geleceklerini düşünmeye başlarlar. Ve böylece imanlarında samimi olmadıklarını göstermiş olurlar.

Eğer zorluk anları olmasa bu insanlar belki de ölene kadar müminlerin arasında yaşayacaklar ve mümin olarak tanınacaklardır. Gerçek yüzleri ise ancak ahirette ortaya çıkacaktır. Ancak zorluk anları, Allah'ın bir rahmeti olarak, temiz ile pisi birbirinden ayırır. Allah ayetlerinde şöyle bildirir:

İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah'ın izniyle idi. (Bu, Allah'ın) mü'minleri ayırdetmesi; Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi...(Al-i İmran Suresi, 166-167)

Zorluk anlarında kötüler ayrılıp giderlerken, bu zorluklara büyük bir kararlılıkla sabredenlerin üzerine Allah rahmetini yayar. Müminin üzerinde, sabır gösterdiği her zorluğun büyük bir hayrı ve güzelliği oluşur. Yaşanan her zorluk müminin ahlakının daha da güzelleşmesine vesile olurken, bir yandan da cennetin müjdesi gibidir. Çünkü zorluklar karşısında gösterilen güzel tavır Allah'ın rızasına, rahmetine ve cennetine vesile olacaktır. Allah'ın Kuran'da cennetiyle müjdelediği müminlerin hayatlarında, zorluklar ve sabır gösterilmesi gereken olaylar olmuştur. Allah zorlukların vesile olacağı güzelliği bir ayetinde şöyle bildirir:

Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)

GÜNEŞ IŞIĞI İLE GÖZ ARASINDAKİ OLAĞANÜSTÜ UYUM

Biyolojik görme için uygun olan yegane ışınlar, "görülebilir ışık" olarak tanımladığımız dalga boylarıdır. Güneş'in yaydığı ışığın büyük bölümü bu dalga boyuna karşılık gelir.

Dikkat edilirse, burada sistemin en temel şartı, retinadaki hücrenin fotonu algılayabilmesidir. İşte bunun gerçekleşebilmesi için, bu fotonun görülür ışık sınırları içinde kalması şarttır. Çünkü daha farklı bir dalga boyundaki fotonlar, hücreler için ya çok zayıf ya da çok güçlü kalacaklar ve gereken reaksiyonu başlatamayacaklardır. Gözün boyutlarının küçültülmesi ya da büyütülmesi bir şey değiştirmez. Önemli olan, hücrenin boyu ile, fotonun dalga boyu arasındaki uyumdur.


Bilindiği gibi, canlı hücrelerinin yapı taşları organik moleküllerdir. Organik moleküller ise karbon atomunun sayısız farklı türevdeki bileşiklerinden meydana gelirler. Bu organik moleküllerin oluşturduğu görme hücrelerinin ise görünen ışığınkinden farklı dalga boylarındaki ışınları algılayabilecek kapasiteye sahip olmaları mümkün değildir. Kısaca, diğer ışınları algılayacak bir göz tasarımının, yeryüzünde biyolojik olarak işlevsel olması imkansızdır.

Sonuç olarak canlı gözlerinin görebilecekleri tek bir ışık aralığı vardır, o da Güneş'in yaydığı görünen ışıktır. Tesadüfen rastlaşmaları ihtimal dışı olan bu iki faktörün biraraya gelmesi ise hem gözü hem de onun görebileceği ideal ışık aralığını yayan Güneş'i var eden Allah'ın özel yaratması ile mümkün olmuştur.

Prof. Michael Denton, Nature's Destiny (Doğanın Kaderi) adlı kitabında bu konuyu detaylı olarak inceler ve organik bir gözün ancak "görülebilir ışık" sınırları içinde görebileceğini açıklar. Teorik olarak tasarlanabilecek başka hiçbir göz modelinin, farklı dalga boylarını görebilmesi mümkün değildir. Prof. Denton, bu konuda şunları söylemektedir:

Ultraviyole, X ve gama ışınları çok fazla enerji taşırlar ve yüksek derecede tahrip edicidirler. Uzak kızılötesi ve mikrodalga ışınları da yaşam için zararlıdırlar. Yakın kızılötesi ve radyo dalgaları ise çok zayıf enerjiye sahip oldukları için tespit edilemezler... Sonuçta şu ortaya çıkmaktadır ki, pek çok nedenden dolayı, elektromanyetik yelpazenin görülebilir bölgesi, biyolojik görme yeteneği için uygun olan yegane bölgedir. Özellikle de insan gözüne benzer yüksek çözünürlü kamera tipi omurgalı gözleri için, bu ışık aralığından başka uygun bir dalga boyu yoktur. Michael Denton, Nature's Destiny, s. 62, 69.

Tüm bunları bir arada düşündüğümüzde ise, şu sonuca varırız: Güneş öyle ince tasarlanmış bir aralıkta ışık yaymaktadır ki, muhtemel ışık türlerinin sadece 1025'te 1'ini oluşturan bu aralık, hem Dünya'nın ısınması, hem kompleks canlıların biyolojik işlevlerinin desteklenmesi, hem bitkilerin fotosentez yapması, hem de Dünya üzerindeki canlıların görme yeteneğine sahip olması için en ideal aralıktır. Elbette tüm bu hassas dengeler, tesadüf denen başıboş sürecin düzenlediği sistemler değildir. Tüm bunları yaratan, göklerin, yerin ve bu ikisi arasındaki herşeyin Rabbi ve Hakimi olan Allah'tır. Allah'ın yarattığı her detay bir mucizeler zinciri olarak yaşamın her aşamasında karşımıza çıkmakta ve bize, bizi Yaratan'ın sonsuz kudretini göstermektedir.